30 Ocak 2011 Pazar

18.kk-Cinsiyetli kıskançlık, cinsiyetsiz intikam

Boğaz'ı izlerken beklerdim hep.

Bir şekilde beni alıp, buralardan götürecek biri olacak mı diye düşünürdüm. SAnki buralara ait değildim. Hiç olmamıştım. Nedense düşündüğümden daha çok da korkaktım. O kadar korkardım ki, saçımı kaşımı kesip kimse benim kim olduğumu anlamadığı, kimse beni tanımadığı bir dünyada yaşayacağım diye hayaller kurardım. Ama yapamazdım.

Bundan iki sene önce saçlarımı kazımıştım sadece. Kafam iyiyken o da. İYi ki kafama kesmemiştim o aletle. Ama hayat öyle namussuz ki. Kesilen saçlarım inadına daha gür ve güzel çıkmışlardı. Ama hayır, bir şeyleri değiştirmeliydim. Burada, bu bankta oturup martıları izlerken, onları bir aile gibi isimlere boğarken onları, aslında 'birini' bekliyor olduğum gerçeğini değiştirerek başlamalıydım belki de ilk olarak.

İçime giren ilk insanı. Hem kalbime hem aklımam hem bedenime.
Halbuki nefret ediyordum O'nun bu masum gözüken sivriliğinden.
O'na baktığımda,sadece gizemlerini görüyordum nedense . BEnden neler saklıyordu kim bilir. O kadar belliydi ki gözlerinden. Gözlerine bakınca güvenemiyordum işte! Sanki tüm dünyayı dolaşmış, tüm ruhların içine girip çıkmış, binlerce kadına bana dokunduğu gibi narinlikle dokunmuş, kulaklarına bana fısıldadığı kelimeleri onlara da fısıldamıştı. Güvenemiyordum bu şair ruhlu adama. Bu adam beni elinde bu kadar rahat oynatabilecek gücü hissetmemeliydi. Ama öyle değildi. SEviyordum belki de o'nu. Bana garip bakıyordu. Garip ne demek bilir misiniz. Garip işte. Daha önce kimsenin bakmadığı gibi. Beni düşünüyordu. İçine kadar, dibine kadar, her zerresiyle 'sadece ben' varmışım gibi düşünüyordu beni. Ya da öyle hissettiriyordu!

Ama hayır! Yalancı idi O. Biliyordum. Teni masum kokmuyordu. Dudakları hiç öpülmemiş dudaklara dokunurken planlıydı. Kendini bırakmıyordu. Halbuki ben ikimiz de bırakalım kendimizi, ikimiz de kaybolalım isterdim. Onlarca mektup atacağına bana, gelip boğazda, beni gördüğü yerde bir çay ısmarlasın isterdim. SAdece bir çay. Onca güzel kelime, onca oyun, onca dize tamamen bir yalan gibi geliyordu. Kocaman bir yalan. Ben bir çay istiyordum sadece. Sıcak, ince belli bir bardak ve boğaz. Bir de o. Konuşalım istiyordum. TAnıyalım birbirimizi. Ama hayır. Kaçaktı o.Kaçıyordu benden durmadan. Ama kelimeleriyle ruhumu elime geçirmek için seferber olmuştu külliyen. UZaktan bir savaştı onunkisi. Adil olmayan bir savaş. HAlbuki benim gücüm sessizliğimdi. BEnim gücüm sertlikti.Nefretti. Bu satırları yazarken bile bu deftere içime kin doluyor. Kızıyorum hayatın bu adaletsizliğine. Benim neden bir silahım yok? Birileri kelimeleri, birileri resmi, birileri cesareti kullanırken bu savaşta, ben neden sadece kızabiliyorum herkese. Neden bende bir şey yok acı çektirmek için, bağlamak için kendimi O adama. O ruhları ruhlara yapıştırarak yaşayan adama. O şoföre!

Gece olmuştu tüm bunları düşünürken. Güçlü bir el, omzuma dokununca anladım saatin bu kadar ilerlediğini. ürktüm. Arkama döndüm. Karanlıkta seçemedim yüzünü. Bir kadındı. Uzun kızıl saçları, sert kemikli yüzüne ters düşen gülümsemesiyle, süs olarak takılmış gibi duran kemik çerçeveli gözlüğüyle garip bir kadın. SAnki buralara çok uzaktan gelmiş bir ruh. Neden bilmem, beni buradan götürebilecek kişi bu kadın diye hissettim o anda. Belki bunu başardı da.

Keira dedi adım. Ama kayra diyorlar bana burada.
Yanıma oturdu. Gerçi ben de alıştım bu ada.10 senedir İstanbulda'yım.

Şaşırmıştım. HAtta afallamıştım. Bir türke bu kadar az benzediği halde bu kadar mükemmel türkçe konuşan biri. Daha önce kimsenin ağzına bu kadar bakmamıştım, birisi bu kadar konuşsun istememiştim.

Gülümsedim. Konuşmak istemiyor gibi davranıyordum. Hoşuma gitmişti böyle değişik biriyle karşılaşmak ama hayır, hiç kimse ile konuşmak istemiyordum. O olaydan beri bir haftadır görmemişim şoförü. Ama her gün posta kutuma bir mektup geliyordu. Kendi kendimle savaşıyordum, her geçen gün sertleşiyordum. Kimse ile konuşmak istemiyordum. O mektupları da ancak okuduktan sonra yırtıyordum. Ama okuduktan sonra. Güçsüzlüğümü kendime ispatladıktan sonra .İÇimi o adamın zehriyle kirlettikten sonra.

Şuradan çay aldım dedi ikimize. İster misin?

Niye geldin ki yanıma. Kimsin sen dedim.

Kahkaha attı. bir bilsem dedi kim olduğumu. inan ilk sana söylerdim. Sen kimsin asıl. BEni tanıyorsun.

Sustum.
O gece başıma geleceklerin farkında değilmiş gibi sessizdim, sakindim hatta dahasu sanki dünyadan kopmuş gibiydim.

Biraz önce evden çıktı gitti.Uyuduğumu zannediyordu. Şimdi düşünüyorum da bunları yazarken, bu bir rüya mıydı? GErçekten yaşadım mı bunu yoksa şizofrenik karakterler mi yaratıyorum. Nasıl biri yanıma bu kadar rahat yaklaşabilirdi, nasıl bu kadar kalbime girebilirdi, nasıl biraz evvel yatağımdan çıkabilirdi. Hele bir kadın!

Şimdi aklıma dün beni arayan şoför geldi. Öğlene doğru. Evimin numarasını nereden bulduysa .Israrla çaldı telefon. DAyanamadım, kitabı bırakıp- ilk adam'ı okuyordum Camus dan- telefona gittim. Yarın dedi. YArın sabah geleceğim. Acaba o'na inat mıydı bu durum. Beni yakalasın mı istiyordum biriyle. Kıskansın mı istiyordum. Birazdan gelir miydi cidden? O kadarcık dürüst olabilir miydi.

Umrumda değil gerçi.

kafam karışmıştı. Şİmdi yazarken dün geceyi hatırlamaya çalışıyorum ama beceremiyorum tam. Çay içtikten sonra, şarap isteyip istemediğimi sordu. EVet evet, tabi isterim dedim. İlk şişeyi bitirdiğimizde gece yarısına yaklaşmıştık. Sonra eve gidelim istersen dedim ama neden? Ne konuştuk ki bu kadar güvendim birine. HAtırlamıyorum. Keira. ya da Keyra. YA da KAyra. GEce boyunca bir şeylerden bahsetti. Sanattan. YAzarmış. Ülkesinden bir sebepten ötürü ( ne olduğunu ısrarla söylemiyordu) ayrılmış. Fransa'da doğmuş, Fas'ta büyümüş. Babası büyükelçiymiş. Bunları niye hatırlıyorsam. İtalya'da okumuş. Bir sürü şehir, kent. Kaç dil bildiğini söylemiş miydi? 7? 8? hatırlamıyorum ama etkilenmiştim. Bunca farklı dilde aşık olabilen, yaşayabilen biri. YA Türkçe demiştim sanırım. Türkçe ne dili? Türkçe kaçışın dili demişti. Sabahları arkana bakmadan, sevildin mi sorgulamadan, sevdin mi koşarak, hele aşık oldun mu ölesiye kaçmanın dili. Korkak bir dil demişti. Sonra güldü. Epey güldü. Bir kaç yabancı kelime mırıldandı. Neden bilmem sonra durmadan konuşmaya başladım. Tek dilden. Türkçeden. O korkak dilden cesurca şeyler söyledim. Kustum kelimeleri. Kendim bile şaşırdım O'nun yanında bu kadar rahat hissetmekten.

Ağladım. Sarılmadı.
Güldüm sonra. Yine sarılmadı.

Halbuki bir temasa ihtiyacım vardı. Birinin varlığına. Bİr hayale değil.
Sonra anlatmaya başladım. 3.şişeyi bitirmiştik sanırım. Kafam iyice dağılmıştı. HAtırlamıyorum detayları. Ne konuştuğumuzu. Nedense ben daha çok içmişim gibi geliyor şimdi. Sanki şoför kılık değiştirip, kızıl saçlı, uzun boylu, güzel bir kadın olmuş; mükemmel bir türkçe ve buğulu bir sesle benle konuşuyor, beni kandırmaya, ağzımdan laf almaya çalışıyordu. Önce komik geldi bu düşünce, sonra inandım sanki bu hayale. KEsinlikle Şoför bu kadının ruhunda idi. Garip ve saçma idi kabul ediyorum. Belki de kuruntularım ciddileşmişti. KAfayı sıyırmak üzereydim ya da .

O anda Şoförden bahsetmeye başladım sanırım. HAtırlıyorum çünkü O'ndan bahsedeli çok olmamıştı ki öptü beni. Ürperdim. Kafamda Şoför varken, hatta Keire'nin Şoför olduğu hikayesini kurgularken bunu yapması korkuttu . Tüm kaslarım gevşemişti. Gözlerim net görmüyordu, dudaklarım uyuşmuştu. Ama O, herşeyin farkıdanydı. Bir an o'nun tutsağı gibi hissettim kendimi. Bana neden bunu yapıyordu. Başka birinin bedeninde neden O adam gibi öpüyordu. Nenden o'nun gibi dokunuyordu yüzüme. Neden aynı şekilde inliyordum. Tüm bedenim hissizdi ama O, hissi bana yeniden hissettiriyordu. Kİmdi bu kadın? ARa ara konuştuğu o yabancı kelimeler neydi? Bu kadar güzel bir vucütla neden bana dokunuyordu? Ağlamaya başladım. Kendimi bırakmıştım. KEsinlikle bırakmıştım!

SArıldım beline. Gömdüm kafamı güçlü karnına. Garip bir kadındı o. Kimdi neydi bilmiyordum. Yüzünü bile net hatırlamıyorum şu an. BElki de hiç yoktu. KAfam yarattı onu. Allak bullak oldum şu an. Fısıldadığı kelimeler..Hayır..! Bana öyle gelmiş olmalı.

Sabaha kadar uyuyamadım. BAşım dönüyordu. TEni sıcacıktı. O da uyumadı biliyordum. NEden bilmem, nefesleri hiç düzene girmedi. Kafasında ne vardı? DAhası bu kadının kalbi var mıydı?

Korktum.

Güneş yeni doğuyordu. USulca ayağa kalktı. Giyindi. Hiç bir şey olmamış gibi, sanki öyle bir gece hiç yaşanmamış gibiydi. Hiç bir şey bırakmadı gerisinde. Hİç bir şey.

aradan yarım saat bile geçmeden bir zil çalınması dışında
Gülümsedim
Sanki Süperman'ım telefon kulübesine gitmiş, üstünü değiştirmiş ve gelmiş gibiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder