30 Ocak 2011 Pazar

18.kk-Cinsiyetli kıskançlık, cinsiyetsiz intikam

Boğaz'ı izlerken beklerdim hep.

Bir şekilde beni alıp, buralardan götürecek biri olacak mı diye düşünürdüm. SAnki buralara ait değildim. Hiç olmamıştım. Nedense düşündüğümden daha çok da korkaktım. O kadar korkardım ki, saçımı kaşımı kesip kimse benim kim olduğumu anlamadığı, kimse beni tanımadığı bir dünyada yaşayacağım diye hayaller kurardım. Ama yapamazdım.

Bundan iki sene önce saçlarımı kazımıştım sadece. Kafam iyiyken o da. İYi ki kafama kesmemiştim o aletle. Ama hayat öyle namussuz ki. Kesilen saçlarım inadına daha gür ve güzel çıkmışlardı. Ama hayır, bir şeyleri değiştirmeliydim. Burada, bu bankta oturup martıları izlerken, onları bir aile gibi isimlere boğarken onları, aslında 'birini' bekliyor olduğum gerçeğini değiştirerek başlamalıydım belki de ilk olarak.

İçime giren ilk insanı. Hem kalbime hem aklımam hem bedenime.
Halbuki nefret ediyordum O'nun bu masum gözüken sivriliğinden.
O'na baktığımda,sadece gizemlerini görüyordum nedense . BEnden neler saklıyordu kim bilir. O kadar belliydi ki gözlerinden. Gözlerine bakınca güvenemiyordum işte! Sanki tüm dünyayı dolaşmış, tüm ruhların içine girip çıkmış, binlerce kadına bana dokunduğu gibi narinlikle dokunmuş, kulaklarına bana fısıldadığı kelimeleri onlara da fısıldamıştı. Güvenemiyordum bu şair ruhlu adama. Bu adam beni elinde bu kadar rahat oynatabilecek gücü hissetmemeliydi. Ama öyle değildi. SEviyordum belki de o'nu. Bana garip bakıyordu. Garip ne demek bilir misiniz. Garip işte. Daha önce kimsenin bakmadığı gibi. Beni düşünüyordu. İçine kadar, dibine kadar, her zerresiyle 'sadece ben' varmışım gibi düşünüyordu beni. Ya da öyle hissettiriyordu!

Ama hayır! Yalancı idi O. Biliyordum. Teni masum kokmuyordu. Dudakları hiç öpülmemiş dudaklara dokunurken planlıydı. Kendini bırakmıyordu. Halbuki ben ikimiz de bırakalım kendimizi, ikimiz de kaybolalım isterdim. Onlarca mektup atacağına bana, gelip boğazda, beni gördüğü yerde bir çay ısmarlasın isterdim. SAdece bir çay. Onca güzel kelime, onca oyun, onca dize tamamen bir yalan gibi geliyordu. Kocaman bir yalan. Ben bir çay istiyordum sadece. Sıcak, ince belli bir bardak ve boğaz. Bir de o. Konuşalım istiyordum. TAnıyalım birbirimizi. Ama hayır. Kaçaktı o.Kaçıyordu benden durmadan. Ama kelimeleriyle ruhumu elime geçirmek için seferber olmuştu külliyen. UZaktan bir savaştı onunkisi. Adil olmayan bir savaş. HAlbuki benim gücüm sessizliğimdi. BEnim gücüm sertlikti.Nefretti. Bu satırları yazarken bile bu deftere içime kin doluyor. Kızıyorum hayatın bu adaletsizliğine. Benim neden bir silahım yok? Birileri kelimeleri, birileri resmi, birileri cesareti kullanırken bu savaşta, ben neden sadece kızabiliyorum herkese. Neden bende bir şey yok acı çektirmek için, bağlamak için kendimi O adama. O ruhları ruhlara yapıştırarak yaşayan adama. O şoföre!

Gece olmuştu tüm bunları düşünürken. Güçlü bir el, omzuma dokununca anladım saatin bu kadar ilerlediğini. ürktüm. Arkama döndüm. Karanlıkta seçemedim yüzünü. Bir kadındı. Uzun kızıl saçları, sert kemikli yüzüne ters düşen gülümsemesiyle, süs olarak takılmış gibi duran kemik çerçeveli gözlüğüyle garip bir kadın. SAnki buralara çok uzaktan gelmiş bir ruh. Neden bilmem, beni buradan götürebilecek kişi bu kadın diye hissettim o anda. Belki bunu başardı da.

Keira dedi adım. Ama kayra diyorlar bana burada.
Yanıma oturdu. Gerçi ben de alıştım bu ada.10 senedir İstanbulda'yım.

Şaşırmıştım. HAtta afallamıştım. Bir türke bu kadar az benzediği halde bu kadar mükemmel türkçe konuşan biri. Daha önce kimsenin ağzına bu kadar bakmamıştım, birisi bu kadar konuşsun istememiştim.

Gülümsedim. Konuşmak istemiyor gibi davranıyordum. Hoşuma gitmişti böyle değişik biriyle karşılaşmak ama hayır, hiç kimse ile konuşmak istemiyordum. O olaydan beri bir haftadır görmemişim şoförü. Ama her gün posta kutuma bir mektup geliyordu. Kendi kendimle savaşıyordum, her geçen gün sertleşiyordum. Kimse ile konuşmak istemiyordum. O mektupları da ancak okuduktan sonra yırtıyordum. Ama okuduktan sonra. Güçsüzlüğümü kendime ispatladıktan sonra .İÇimi o adamın zehriyle kirlettikten sonra.

Şuradan çay aldım dedi ikimize. İster misin?

Niye geldin ki yanıma. Kimsin sen dedim.

Kahkaha attı. bir bilsem dedi kim olduğumu. inan ilk sana söylerdim. Sen kimsin asıl. BEni tanıyorsun.

Sustum.
O gece başıma geleceklerin farkında değilmiş gibi sessizdim, sakindim hatta dahasu sanki dünyadan kopmuş gibiydim.

Biraz önce evden çıktı gitti.Uyuduğumu zannediyordu. Şimdi düşünüyorum da bunları yazarken, bu bir rüya mıydı? GErçekten yaşadım mı bunu yoksa şizofrenik karakterler mi yaratıyorum. Nasıl biri yanıma bu kadar rahat yaklaşabilirdi, nasıl bu kadar kalbime girebilirdi, nasıl biraz evvel yatağımdan çıkabilirdi. Hele bir kadın!

Şimdi aklıma dün beni arayan şoför geldi. Öğlene doğru. Evimin numarasını nereden bulduysa .Israrla çaldı telefon. DAyanamadım, kitabı bırakıp- ilk adam'ı okuyordum Camus dan- telefona gittim. Yarın dedi. YArın sabah geleceğim. Acaba o'na inat mıydı bu durum. Beni yakalasın mı istiyordum biriyle. Kıskansın mı istiyordum. Birazdan gelir miydi cidden? O kadarcık dürüst olabilir miydi.

Umrumda değil gerçi.

kafam karışmıştı. Şİmdi yazarken dün geceyi hatırlamaya çalışıyorum ama beceremiyorum tam. Çay içtikten sonra, şarap isteyip istemediğimi sordu. EVet evet, tabi isterim dedim. İlk şişeyi bitirdiğimizde gece yarısına yaklaşmıştık. Sonra eve gidelim istersen dedim ama neden? Ne konuştuk ki bu kadar güvendim birine. HAtırlamıyorum. Keira. ya da Keyra. YA da KAyra. GEce boyunca bir şeylerden bahsetti. Sanattan. YAzarmış. Ülkesinden bir sebepten ötürü ( ne olduğunu ısrarla söylemiyordu) ayrılmış. Fransa'da doğmuş, Fas'ta büyümüş. Babası büyükelçiymiş. Bunları niye hatırlıyorsam. İtalya'da okumuş. Bir sürü şehir, kent. Kaç dil bildiğini söylemiş miydi? 7? 8? hatırlamıyorum ama etkilenmiştim. Bunca farklı dilde aşık olabilen, yaşayabilen biri. YA Türkçe demiştim sanırım. Türkçe ne dili? Türkçe kaçışın dili demişti. Sabahları arkana bakmadan, sevildin mi sorgulamadan, sevdin mi koşarak, hele aşık oldun mu ölesiye kaçmanın dili. Korkak bir dil demişti. Sonra güldü. Epey güldü. Bir kaç yabancı kelime mırıldandı. Neden bilmem sonra durmadan konuşmaya başladım. Tek dilden. Türkçeden. O korkak dilden cesurca şeyler söyledim. Kustum kelimeleri. Kendim bile şaşırdım O'nun yanında bu kadar rahat hissetmekten.

Ağladım. Sarılmadı.
Güldüm sonra. Yine sarılmadı.

Halbuki bir temasa ihtiyacım vardı. Birinin varlığına. Bİr hayale değil.
Sonra anlatmaya başladım. 3.şişeyi bitirmiştik sanırım. Kafam iyice dağılmıştı. HAtırlamıyorum detayları. Ne konuştuğumuzu. Nedense ben daha çok içmişim gibi geliyor şimdi. Sanki şoför kılık değiştirip, kızıl saçlı, uzun boylu, güzel bir kadın olmuş; mükemmel bir türkçe ve buğulu bir sesle benle konuşuyor, beni kandırmaya, ağzımdan laf almaya çalışıyordu. Önce komik geldi bu düşünce, sonra inandım sanki bu hayale. KEsinlikle Şoför bu kadının ruhunda idi. Garip ve saçma idi kabul ediyorum. Belki de kuruntularım ciddileşmişti. KAfayı sıyırmak üzereydim ya da .

O anda Şoförden bahsetmeye başladım sanırım. HAtırlıyorum çünkü O'ndan bahsedeli çok olmamıştı ki öptü beni. Ürperdim. Kafamda Şoför varken, hatta Keire'nin Şoför olduğu hikayesini kurgularken bunu yapması korkuttu . Tüm kaslarım gevşemişti. Gözlerim net görmüyordu, dudaklarım uyuşmuştu. Ama O, herşeyin farkıdanydı. Bir an o'nun tutsağı gibi hissettim kendimi. Bana neden bunu yapıyordu. Başka birinin bedeninde neden O adam gibi öpüyordu. Nenden o'nun gibi dokunuyordu yüzüme. Neden aynı şekilde inliyordum. Tüm bedenim hissizdi ama O, hissi bana yeniden hissettiriyordu. Kİmdi bu kadın? ARa ara konuştuğu o yabancı kelimeler neydi? Bu kadar güzel bir vucütla neden bana dokunuyordu? Ağlamaya başladım. Kendimi bırakmıştım. KEsinlikle bırakmıştım!

SArıldım beline. Gömdüm kafamı güçlü karnına. Garip bir kadındı o. Kimdi neydi bilmiyordum. Yüzünü bile net hatırlamıyorum şu an. BElki de hiç yoktu. KAfam yarattı onu. Allak bullak oldum şu an. Fısıldadığı kelimeler..Hayır..! Bana öyle gelmiş olmalı.

Sabaha kadar uyuyamadım. BAşım dönüyordu. TEni sıcacıktı. O da uyumadı biliyordum. NEden bilmem, nefesleri hiç düzene girmedi. Kafasında ne vardı? DAhası bu kadının kalbi var mıydı?

Korktum.

Güneş yeni doğuyordu. USulca ayağa kalktı. Giyindi. Hiç bir şey olmamış gibi, sanki öyle bir gece hiç yaşanmamış gibiydi. Hiç bir şey bırakmadı gerisinde. Hİç bir şey.

aradan yarım saat bile geçmeden bir zil çalınması dışında
Gülümsedim
Sanki Süperman'ım telefon kulübesine gitmiş, üstünü değiştirmiş ve gelmiş gibiydi.

17.kapı-anahtar

İşim gücüm dalga geçmek benim. İnsanlarla, olaylarla hayatla, dertlerle... Sevmezler beni bu yüzden. Ben de çok bayılmıyorum kimseye zaten. Tek yaptığım hayatı katlanılabilir hale getirmek, onlar beceremiyorlar diye dalga geçmeyi, beni düşman belliyorlar.
Onların sorunu canım benim, ben dalgamı geçerim yine, banane!

Tabi biri var gelip de gitmeyen hayatımdan. Yıllar geçer, yine bi bakmışım karşımda ve git diyemem, biliyorum, hissediyorum. Bi gün taksisine binmiştim, bi daha da inemedim galiba...

O da dalga geçtiğinden olabilir, "ee siktir git, naparsan yap" dedik kaç defa birbirimize, ama sonra dönüp bi baktık ki sarılıyoruz...

Şimdi bi kıza aşık. Kız ondan nefret ediyor. Nerden biliyorum, gittim konuştum, hatta sanırım biraz daha fazlasını yaptım.
Kız küçücük. Melek gibi derler ya öyle. Masal dünyasından çıkmamış. Dedesiyle yaşayan küçük Heidi.
Dışardan bakınca öyle yani.

İçine girince keskin kayalar var. Nasıl sertleşmiş içi o kadar bilemiyorum, kendini beslemiş adeta. Hayattan acı çekmez insan her zaman, o kendi kendini acıtmış, acıtarak büyütmüş. Birilerini yaralamak için can atıyor, neyin intikamını alacak bilmiyorum, ama büyük hedefleri var.

İsmi Esra. Kısa düz küt kesilmiş siyaha yakın saçlarına uygun (küt nasıl bir saç modelidir, neden bu isim verilmiştir....) bir isim. Vücudu küçük sayılır, ya da normal diyeyim. Narin görünüyor, ama çok da dokunsan kırılacak gibi değil, spor yapıyor galiba.

Şarap içmek zayıflatıyor O'nu da , benim gibi. Beni korkarak sevdiği için, yanımda sarhoş olmaya çekinmedi. Cesaret geldi, bir yabancının yanında içini dışına çıkarma cesareti.

Çocuktu. İsyan doluydu. Yaratanın neyi neden yaptığını çok fazla sorguluyordu, yaratıcının oyunlarını destekleyen insanlardan da bu yüzden nefret ediyordu. Şoförden de... Kaderin cilvesi lafını destekleyen her şeyden. Dolayısıyla aşık olmaktan da kaçıyordu, ama bu kadar kaçtığına göre belli ki olmuştu, şoföre.

Çok dramatik kaçacak, biliyorum ama, 10 sene önceki halimi görüyordum O'nda. Çok sevdim, aynı zamanda kıskandım da. Evet, itiraf zamanı, şoför beyimizin aşık olduğu kız olduğu için kıskandım, 10 sene geriden geldiği için, ben pek çok şeyi kaybettiğim halde o daha tüm kendini beğenmişliğiyle hayattan çok şey beklediği için... Sadece ufacık bi sempatiyle birlikte kıskançlık...

Sevişmelerini anlatmaya başladı. Beni yaraladığının farkında değildi, çünkü şoförü tanıdığımın farkında değildi. Sadece sarhoştu ve ben evine çağırdığı dertleşmelik sıradan bir yabancıydım.  

Çok kıskandım, unutamayacağı yaralar vermek istedim.
Şarap şişesini tutan ellerini öptüm. Çözülüverdi birden... Aktı geçti zaman, benim için sıradandı, Onun için ilkti. İkinci ilkini de sahte biriyle yaşadı yani. Ama daha çok yaralanacaktı bu kez, nefret etmiyordu çünkü, beni sevmişti .
Şoförden alamadığı hazzı verdim. Sevgiyle karışık haz, sonsuz bağımlılığı müjdeler.
Artık lezbiyen olduğunu düşünüyordu, ama değildi, sadece beni sevmişti.

Belime sarılıp uyudu tüm gece. Sabah da uyanmadı ben giderken.
Birini daha katletmenin verdiği iç sıkıntısıyla günlük hayatıma döndüm. Şoföre hiçbi şey anlatmadım. Anlayacaktı zaten her şeyi.

29 Ocak 2011 Cumartesi

17.kk-Şoför ve Şair

tutmadım ama ellerini
şarap iyi çarpmıştı seni. Gözlerinden kayıyordu yaşlar. Dayanamadım.Kalktım yataktan. Banyona geçtim. Yüzüme soğuk sular vurdum. ayıltmaya çalıştım ruhumu. RAhattım aslında sen ardımda kalmışken elin boş.
Döndüğümde sızacağını biliyordum.
Utanmanı istemiyordum.
Çünkü SEni hiç bu kadar zayıf görmemiştim.
İçim garip oldu. kaçtım senden. HAtırlamıyorum diyebilmek için.

Güneş doğacaktı.
Isırıyordu kulaklarımı ışıklar

Aynaya baktım uzun uzun.
Gözlerimin altındaki morlukları silmeye çalıştım ellerimle. Ama hayır, onca sigara onca alkol nereye gidecekti ki!.

Hani demiştin ya bana içli içli bir umursamazlıkla: Kişinin ruhu gözlerindedir şoför. Yaşlanma tendeki kırışıktan değil gözdeki ışıktan anlaşılır.

Haklısın. Gözlerimde görüyorum işte tüm dağılmışlıkları, anıları, geçmişi.Bedenim değil.Asıl ben.şuan. Ben! Ne kadar da çıplağım bu gözlerle. Çırılçıplak hem de!

Ayaklarımın ucuna basa basa giriyorum odaya. sen kokan odana.
Sızmışsın. Mışıl mışıl kokuyorsun. İnsan uyurken gerçek halinde mi olur cidden.. İşte sen, masumsun. Onca insanı sen öldürmüş olamazsın, onca sert sözler senden çıkmış olamaz, bir kelam uğruna bunca yürekten mürekkep almış olamazsın.

Hem bak, evin ne kadar soğumuş. ÜStünü örtüp çıkayım. Gerçi birazdan uyanırsın, gülümsersin gittiğime. Dersin ki:

iki kelam tanrısı gece sevişir gündüz ayrılır. Kelamların efendileri arzuyla sevişirler ama sevemez biribirlerini.

Hani o gün yazdığın gibi:

kelime getirdi seni bana
ve o götürecek yine

Benden daha şair kadın! BEnim sığındığım soğuk liman. Hayvansılığımın boşaldığı beden. Dizinde ağladığım, tokatlayarak uyuttuğum kadın. Kalbi pezevenk kadın! Bir insan kendini ne kadar severse seni o denli sevdim seni, biliyorsun değil mi? bilmez miain. HEm de nasıl bilirsin.

Ama şimdi gitmeliyim yine.

O kızın yanına gitmeliyim.

HAni ' nasıl ya? ilk senle mi beraber oldu.' diye kahkaha attığın kızın yanına gitmeliyim.

Gizli gizli izlediğin, hatta bir şekilde tanıştığın kızın yanına.Nasıl oyuncusundur sen! Bilmez miyim..

Kıskanmadın biliyorum o nu. sadece merak ettin.
VE gittin, izledin o yerde. Konuştun. Ne konuştuğunu bilemediğim kızın yanına gideceğim işte.

Ne söyledin o na? Niye güldüğünü söyledin mi mesela? Ya da benim tüm defterlerimi dolduran kalbini anlattın mı O'na? Bir bilsen katil kadın. KAtil ve şair kadın. Sen 'elimi tut' derken ne kadar samimiyken, o ' git.sevmedim seni' derken o kadar yalancıydı işte. O kızı sevdim ben. CEsurdu. Senden daha cesurdu. SEnden bile daha cesurdu!

Söylesene
Öptün mü o kızı sırf benim tadımı almak için?
Söylesene cesaret ettin mi O'nun ruhuna girmeye.
Hayır
Öldürme O'nu da.

Gel
beni öldür
Bir ben ölümsüzüm senin dünyanda
ve bundan
bir ben gelebiliyorum istediğim zaman sana..

16.kapı- anahtar

yazmak için sarhoş olmam lazım anlıyor musun?
ayık kafayla çok ayık olurum, ali kitap al dan başka bi şey duyamazsın benden...
bugün git yarın gel bu yüzden.
ki biliyorsun yarın yaklaşık 5 dakika sonra olacak.

günleri böyle dakikalarla ayırmasaydık ne olurdu sayın şoför bey?
hava kararsaydı, aydınlansaydı...
kararsaydı, aydınlansaydı...

ne olurdu?
yarın diye bi şey olur muydu yine?
"gün doğunca" diye bi şey olurdu muhtemelen.
yine hava kararmadan bi işler yetiştirilmeye çalışılırdı.
ama elektrik var artık, karanlıkla aydınlık arasında çok da fark yok...
belki saat olmadığı zamanlarda gece çalışıp gündüz dinlenirdik...
hava çok sıcaksa mesela...
enerji harcamasını çk umursamazdık yine muhtemelen..

ama olmaz ki !
gece aydınlatılabilir..
gündüz ne kadar karartılabilirdi ki?
hem bizim (biz burda insanlar oluyoruz)
asıl isteğimiz karanlık değil ki!
yıldızlar da lazım.
değil mi yoksa

değil mi şoför?

sanırım yarın oldu.
yazdım çünkü.
ne yazdığımın önemi yok mu?
içerik boş olsa da olur mu..
boş içerikle yazmak.. hiç karizmatik değil ki alkollü şoför!

alkolsüzken çekilmiyorsun biliyorsun değil mi?
ben de mi?
o zaman bize yaratıcının bir lütfu olsa gerek bu meret...

bak tavanda yıldızlar var..
görüyor musun?
yıldız kayarsa, dilek tut.
bi de elimi tut.

sarhoş mu oldum ne?
hadi kayıyorum ben , git artık hayalimden.

11 Ocak 2011 Salı

16.kk-Ruhun zarı delinirse kanar mı?

becermek kelimesinden nefret ederim
belki de tek nefret ettigim kelime budur

o gece
o kiz
o soguk gecede beni becer
ilk beceren sen ol deyince basimdan asagi kaynar sular dokuldu
sanki filmin en olmadik sahnesinde en olmadik karakter ölmüş gibiydi
sasirip kalmistim
belki beklemedigimden
belki bir kizi ilk kez hic becermedigimden
becerikli oldugumdan ya da.

cok dusup kalktim
yatip sevistim kadinlarla
pek cok kirmizi gece yasadim pek cok aciyi dinledim
guclu gozukmeye calisan cok kadin gordum
sonrasinda aglayip sizladilar sabaha dogru
ya da cok zayif kadinlar gordum, basta utandilar sonra
hayatimda en saygi duyduklarima evrildiler
helbuki cinsellik bir erkek icin ne evrim ne de devrim yeridir
cinsellik bir oyun alanidir
o kadar.
ama ben hic
bu oyuna ilk kez girenle sevismedim
bir kizi
tabir-i caizse ilk bozan
onu ilk beceren (!) olmadim

o anda
tam bana onu soyledigi anda
ruhumda yikilan domino taslarinin arasinda hizla kalktim ve uzaklastim kosarcasina
taksime atladim
eve gittim
annem saskin bakislarla beni bekliyordu
gozlerinin alti iyiden iyiye torbalanmis
meraklanmis. elinde bir oya, pencere kenarindaki petegin yanina oturmus, oylece sessiz sedasiz izledi iceri hisimla girisimi

icimden bir kufur savurdum her seye
sorumluluklara
bu kadini bu saate kadar bekleten bana
bir dahaki gidisinde o kizi becerecek(!)olan bana
kendini asik edecek
asik olacak bana!
lanet ettim
her seye

sonra gidip annemin yanagindan optum
ozur dileyip, gonlunu aldim
sirtimi sivazladi
hic bir sey soylemedi
daha da sinir oldum

odama girdim
lambami yaktim
radyomu actim
amcamdan kalan eski ve emektar radyomu

yatagima yattim
kollarimi ensemde kavusturdum ve o an
tam o an
gulumsedim

iki gun
tam iki gun durmadan yazdim
durmadan kactim
acizdim
tipki o'nun dedigi gibi
alkislayanim yok
soranim yok
arada bir annem girip iyi misin diye soruyor
cay getiriyor
meyve getiriyor
aciyorum kendime
30 yasina gelmis adam
utanmaz mi annesinin kendisine hizmet etmesine

utanmiyor iste
tesekkur ediyor
bitiyor

derken
o gecenin
o salinin
ilikligina guvendim
ve bu gece dedim
gidecegim o sahile
konusmayacagim hic
ne demekmis yazarlik gorsun diye
anlasin beni isteyecegim
iki kisi olmak ile yazar olmak arasindaki farki hissetsin isteyecegim
aradan aylar gececek ona o iki gun boyunca yazdiklarimi verecegim
utanmasin diye
ben utanmis gibi yapacagim

hic vakit kaybetmeden ciktim evden
saat 8 e geliyordu
taksiyi ayni yerde durdurdum
niyazi abi yoktu ortalarda
sevindim
o ise
ileride bankin orada oturuyordu yine
beni bekliyordu biliyordum
merak ediyordu beni
ama hayir
arzulamamaliydi beni
bir yazar arzulamazdi yazar olmayi
zorunda olmaliydi
hatta belki tiksinmeli
ama merak etmeliydi
sonunu basini ve kin duymaliydi
tipki benim kendime duydugum gibi
bolunmeliydi binlerce parcaya
tipki benim bolundugum gibi

alkolden etkilenmem pek ben
ama o bilmiyordu bunu
saraplari aldim yanina oturdum
hic konusmadik
sadece ictik
biraz gevsemis davraniyordum ki
rahat hissetsin
guclu hissetsin kendini

evine girdik
iyiden iyiye kararsizlik icindeydi
bir yandan dusunuyordu ne yaptigini
bir yandan kizmisti epey bana

bakislarimiz neredeyse hic dokunmadi
neredeyse hic konusmadik
soyundu ve ne yapacagini bilmeyen ama bilgisiz de gorunmek istemeyen birinin cesareti ile icine aldi beni
oylesine yapiyor gibi davraniyordu
ama
unutuyordu
yazarlar
ruhu okuyan
kelami yazan insanlardir
ve o
karsimda hem bedeni hem ruhu cirilciplak
kisik kisik nefes aliyordu

bir ara
kontrolunu kaybedip sinirlerinin esirliginden kurtulunca
yuzume dokundu
omuzlarima
kollarima
saclarima

sevdi beni
o an asik oldu bana
ama hayir dedi icinden
sarilip yatmayacagim
siradan olmayacagim

o an da. kalkti banyoya gitti
ruhunu burada
hemen yanimda birakti
biraz konustuk onunla
gulumsedi bana
anlayacaktim onu
anladi

ve dustan su sesi yukseldi
ben uykuya daldim
el ele tutusurken onunla

15.kapı-anahtar

o gün bi şey diyemedi. korktu benden!
sarhoş gibi, kalktı yürüdü. 
ne düşündü, ne geçti aklından? bilmiyorum, anlamadım. 
nefret doluydu içim, sorgulamadım.

2 gece sonra yine geldi. bekliyordum

içtik, iki şişe şarap almış

fırsat doğmuştu bana, hızlı içiyordu, elbet çarpılacaktı.
cezasını verme zamanı!
farklıydı benim için çünkü, 
kendi kendine tecavüz etti
namusunu kirletti, ölmeliydi gözümde, töre cinayetine bi de erkek kurban verilmeli

masum bi yazarın bir roman karakterinin yerine geçme girişimi sebebiyle mahkum olduğu idam  cezası şöyle gerçekleşti: olay anını aynen anlatıyorum...

hafiften benden korktuğunu hissediyorum.
ne de olsa benim çöplüğüme gidiyoruz.

şarabın biri bende biri onda
kadeh yok, şişeden

Gözlerim karanlık. Oda karanlık. 
Gözlerim açık,
görmeliyim yüzünü.
ruhum kirli.
kime göre? onlara göre. onlar kim?
şu an bizi izleyen milyarlarca insan.
işleri güçleri yok mu ? tabi ki var..
misal ben şimdi nasıl onları düşünüyorsam onlar da beni düşünüyor.

evimdeyim. ilk kez bir erkek giriyor annemle babamın yatağına
iki kişilik tek yatak o, evdeki 
kirletmek istiyorum
evin her köşesini kirletmek istiyorum
sarhoşluğumdan falan değil hayır
sarhoş da değilim zaten, sadece gözlerim karanlık
içim ayık, hiç olmadığım kadar
alkol herkesi böyle yapar mı, daha ayık..?

içim kirli zaten
dışımın temizmiş gibi görünmesinin anlamı yok artık
saçları örülmüş ufaklık
ana babasının elinden tutmuş
çizgi filmden fırlamış aptal heidi
yok öyle biri hiç olmadı.
kuklası vardı gerçek esranın, öldüreceğim bu gece onu.

annemin gardırobunun önüne gelince soyunmaya başlıyorum. 
uzaktan izliyor beni
gözlerinde "hadi bakalım, nasıl olacak" bakışı var
gözlerine baktıkça nefret ediyorum
tadına bakmak istediğim adam bu değildi
ama hiç sorun değil
nefretle daha iyi saldırırım

vücuduma değil, yüzüme  bakıyor.
merak ediyor

onu izleyip duracak değilim
çırılçıplağım, ruhumla değil, bedenimle
bok gibiyim aslında
(bok demek ayıptı di mi anne )

babamın masasındaki sarı masa lambasını yakıyorum
kirli sarı bi ışıkta sadece yüzünü görebilmem için

dudaklarına yapışıyorum 
çok şehvetli
çok ateşli
gibi...
öpüyorum yüzündeki her yeri
öpmek bana göre değil
hele bu adamı öpmek...
sevgi dolu olması gereken dudaklar çekiliyor sahneden
ısırmaya dönüşüyor 

yataktayım. üstünde. hep üstünde. 
çıldırıyor
gözleri kayıyor
hep yüzüne bakıyorum
o bana bakamıyor

bende bi şey yok anne
kan da gelmedi (kadın olmadım mı demek oluyor bu? sünnet olmak gibi bi şey mi anne kızlık zarı?)

annem yok
(aylardır bozulmayan örtüyü bozduk
annemle babam burdaydı
tam olarak hangi pozisyonda benm tohumumu anneme bıraktı acaba babam?
yarışı kazanan tohum nasıl bi şeydi acaba?
benim gibi sessiz sakin kafasının dikine yürüyen bi tip miydi?
sarhoş olur muydu sık sık?
yaşlı tohumlar onu sever miydi?
hırslı olduğu için mi kazandı yarışı? bana benzemiyor herhalde o zaan...)

karşımda bi adam var. terlemiş. kirlenmiş. kendnden tiksiniyor.
sarhoştu
bi kızın bekaretini bozdu
şimdi ona sımsıkı sarılıp uyumamı bekliyor
kısa bi süre de olsa duygusallaşmamızı
iyi ki gelmişsin dememi

küçük kırılgan bi kız öyle yapar 

vücudunu son bikez baştan aşağı yalayıp boynuna kalıcı bi diş izi bırakıyorum
aynaya baktıkça yaptığı günahı hatırlasın diye..
o bu dünyanın adamı değil çünkü , pişman olmaya başladı bile.

aramızdaki duvarı yıkmadan banyoya gidip duş alıyorum.
zerre kadar haz almadığım bi gidip gelme olayından vücüdumda iz kalmasına gerek yok.
çıkınca ona da havlu verip geçiyorum odama, 
kapımı kitleyip,
sabaha kadar yatakta gözümü tavana dikiyorum
dğer gecelerden farkı ne?
evde biri daha var sadece...

o bu dünyanın adamı değil, uzaktan izlemeliydi. cezayı hak etti.



 

15.kk-Yazarların mastürbasyonu

yok be oglum. Ben hic gelmeyeyim simdi. Bir kac gundur bana naz eder,simitlerden para almiyor musum da, ona bu davranisimla ne demek istiyormusum..

Deli kiz! Hem ac-tok oyle gezer hem de gururdan yanina yaklasilmaz.

gulumsedim
neden bilmem yanimda gelmesini o anda istemedigimi fark ettim
kiza yaklasiyordum
arkasini donmus' banka oturmus oylece denizi izliyordu
boynunda inceden yesil bir atki,basinda siyah orme bir bere. Dalgalanan kumral küt saclarinin kiviriciklari arasina sakladigi gecmisi. Etraf buram buram aci ve ani kokuyordu.
Yaklastim
Bankin sagina dogru iyiden iyiye sokuldum
Yuzunu kaldirdi
o anda
gecenin zifiri karanliginda bile beni kendine yonelten yesil belki de en koyu yesil gozleriyle merakli ama korkusuzca bakti. Bakisina cevap vermeden yanina oturdum.
gulumsemesini goruyor gibiydim
elimi uzatsam sanki dokunacaktim icindeki o guzel ve saf cocuga

saflik ve yazarlar
mukemmel ikililer degil mi dedim o anda.
Sesim oldugundan garip hatta belki olgun bir erkeginki gibi cikmisti
tok
kendine guven dolu
halbuki ben olgun sayilmam
kendime de guvenim pek iyi degildir
kendi ic dunyamda o yana bu yana dolanir durururum
ama bir kere farkli baslamistim konusmaya
sanki romanimda yazar gibi
sanki
sanki ben degilmisim ama bana en cok yakin o yazar zuppesi halimmisim gibi

tam o sirada
ben bu dusuncelerin icinde bogulmusken
cevap verdi bana:

bence yazarlar
en talihsiz ve yalniz insanlar
yaptiklari icraat tek basina
zevksiz ve kimsesiz bir dunyalari var aslinda
alkislayanlari yok,izleyenleri yok, dinleyenleri yok
zifiri bir yalnizlik
bir tek kalem sesi.
yazik!
masturbasyon yapmak gibi bir sey onlari isleri
gercekten kopuklar

oyle kendi kendilerine takiliyorlar
inlemeleri bile acikli
halbuki
yasam en az iki kisiden var olur
bir iliski sonunda ter kokusu duymak. iyiydi diyebilmek. sarilip uyuyabilmek ya da defolup gitmek yoktur onlarin dunyasinda
saf ve yazarlik diyorsun ya
haklisin
dunyanin en saf insanlari onlar
acizliklikleri ve yalanlarinda boguluyorlar
ve farkinda bile degiller
saflar
cunku
onlari suclayamayiz


dayanmadim
son kelimelere gelmeden
cunku der demez
kahkahayi bastim


sen dedim.sen hic sevistin mi
ama gercekten? kanira kanira

sasirdi.Beklemiyordu boyle bir soru.
Suratindaki o hafif zafer kazanmis ve seni taniyorum ifadeleri gitti
dudaklarini buzdu
ilk defa
en basindan beri
bana dondu
ciddiyeti kaslarini kiristirmis
kalbinin sessizligi kirilmis bir halde
o hayatimi degistiren cumleyi soyledi:

hadi o zaman
gidelim ve
ilk sen becer beni!

14. kapı-anahtar

bugün kütüphanedeyim.
ahşap gıcırdayan halk kütüphanesinde.
eminim burdaki ders çalışan öğrenciler bana küçümseyerek çaktırmadan bakarlarken, bir taraftan da imreniyorlar.
boşum çünkü.
okula gitmiyorum onlar gibi
yapmak zorunda olduğum bi şey yok.
kitap okumak için geliyorum kütüphaneye.
normal olan bu değil mi?
kime göre normal ...
normal, topluma göre doğru olandır.
yani çoğunluğun dile getirmese bile kabul ettiğine göre.
ben onlara aykırıyım, o halde normal olan benimki değil, onların yaptığı....
tüh, bak sen. anormalmişim.

kıçımın kenarları...

bugün o şoförle tanışmamın üstünden 10 gün geçti.
10 gündür bu kütüphanedeyim.
artık sahilde oturup insanları izlemek istemiyorum
kafa dağıtmak için gelmiş, derinlere dalan, bi gözü çocuğunda bi çocuğu uzaklarda olan... insanları izlemiyorum.
bu dönem kapandı.
o sahilde olması gereken oldu:
o şoförle tanıştım.

şimdi zor durumdaki insanların, zor zamanlarını izleme zamanı!
yihhuu..
bunu seviyorum.
böyle güzel bi mekanda kendilerine hayatı zindan edişlerini izlemeyi seviyorum!

evet öldü.
içimde bi sevimli kız çocuğu vardı.
gelen geçen yanağını mıncıklar, başını okşardı.
o yazar bozuntusu şoför çakması ile konuşunca
günlerce hayalini kurduğum şey gerçekleşince öldü.

şimdi yeni bi amaç doğuyor içimde.
ilk kez kin!
ilk kez hırs!
onun içindeki "olgun" adamı öldüreceğim ben de!
çocuk gibi olacak 3 vakte kadar.
savunmasız, yargılamalara karşı korunaksız...darbelere dirençsiz...
çok yara alacak çok!
hele bi dur bakalım,
önce şu kütüphanedekilere işkencemi bitireyim,
bu dönem bi bitsin...
bi sonraki maceramız, bi taksi durağında olacaktır belki kim bilir!

2 Ocak 2011 Pazar

14.kk-Piyanistin kalp krizi

Kendimi öldürmemle(!) başladı benim yaşamım
SOktum yüzümü yüzlerce parçaya bölen aynayı karnıma
Hiç bir şey hissetmedim önce, ılık bir huzurdan başka
PArmak aralarıma girdi kan, yaktı tenimi arzu
Oturdum Piyanomun başına
üzerimdeki beyaz smokinimle!
Dimdik duruyordum, ufak saf bir hap almış gibi renklenmişken dünyam
hissizleşiyordu gözyaşlarım, sakallarımın arasına giriyordu diğer karakterlerim
Biliyordum ben, biliyordum içimdeki diğerlerini!

Bazen görmezden geliyordum yaptıklarını
bazen aşık oluyordum onlara
aşkım dokunur gibiydi bulutlara.
Çocukluk hayalimdi benim bulutları kavanozlara koyup saklamak,
ve işte
tıpkı o hayal gibi
saklıyordum aşklarımı ne kadar saklayabilirsem!

Parmaklarım tuşlardan akıyordu,
ruhuma akan melodileri sese çeviriyordum
Kendimi öldürüyordum,
kendimden kaçıyordum.

kemiklerime kadar yorgundum
hücrelerime kadar ayrışmıştı ruhum!

Bana konulan biyolojik tanılardan,
gerçeklik ile hayal arasına sıkışıp kalmışlıktan,
ince güzel parmaklarımın beyazlıklarla sevişmesinden kaçıyordum.

Kararmaya başlıyordu gece!
mumlar titriyorlar,
sönecekler birazdan.

İçime daha bir batıyordu ayna
damarlarım sertleşiyor, sanki karnıma yüzlerce ton ağırlığınca kayalar koyuluyor.
Gözlerim!

Gözlerimi tutamıyordum
Soğuk yaşlar boşalıyor,
bir kezzap gibi yanıyor arzum
çığlıklarım düğümleniyor dilime!
parmaklarım titriyor
yarım
yarım
yarım kalıyor her şey!

Karşımda
tam karşımda
benden olduğunu bildiğim
benim yarattığımı bildiğim
ama tüm gerçekliklerden daha çok sevdiğim o kadın oturmuş, bana doğru bakıyor
üzgün
mutlu
üzgün
mutlu!

Gitme der gibi ellerini uzatıyor.
Gülümsemiyorum ona eskisi gibi
sanki dudaklarım kesilmiş
sanki kaslarım donmuş

ah ölümle sevişiyorum!
kaskatı etti tenimi.
vahşi
arzu dolu içine girmem için.

Kıvırcık saçlarımın arasından parmaklarının geçişini hatırlıyordum halbuki
kadın!
kıpkızıl saçlı kadın.
hayal-ettiğim
canlanıp ölen kadın!

yaşar gibi hatırlıyorum herşeyi
zamanı tuttum en kıvrak yerinden
dans ettiriyordum istediğim gibi
Ah tanrı gibiyim
ölüm kadınım!


Lacivert
beton gibi lacivert gözlerimle ona bakıyorum!
Dudaklarım titrerken bir kaç cümle çıkıyor:

Özledim
hem de çok..

Şaşırıyorum korkaklığıma
sinmişliğime
halbuki geç bile kaldım
şimdi şimdi ölmeliyim artık!

Son sözlerim olacak sanıyorum
ama hayır
o kadar kesik o kadar acı çıktı ki melodisi sesimin
Tuşlardan düştü ellerim,
gözlerim kapandı
Kafamı çarptığımı hissettim en son
tak!

ve uyandım
Bir odada,
kafamda bir bez,
kollarımda serumlar,
burnumda o bilindik hastane kokusu.

Zor yutkunuyorum,
sanki gırtlağım kopartacak boğazımı.

Zor görüyorum,
sanki acılarımın körlüğü sindi anılarıma.

tüküresim geliyor kendime
yüzüme
tam ortasına!

Kaçıyorum yine gözlerimi yumarak,
hayal dünyamın melodili kayıkları arasında dalıyorum
özgürüm
özgür
ama ruhum bedenimde tutsak
bir hastane odasında

ah ruhum,
ruhum
ruhum!!!


binlerce parçaya ayrılmış ruhum!
Bırak artık bedeni
bırak
bırak

13. kapı- anahtar

Evet, ilk seviştiğim erkekti O.
Üniversitenin ortalarındaydım, bi şekilde tanışmıştık, 5 yaş filan büyüktü benden, bi şekilde kaynaşmıştık. Evine gitmiştim.

Neler olacağı belliydi. Alkolümüz de hazırdı. Alkollenince muhabbetimiz tavan yapıyordu çünkü, ayıkken yabancı gibiydik. içten gelmiyordu sanki sözler.

Yatağında film izleyecektik, elimizde ev yapımı (memleketten gelmiş)rakı+kola kadehimiz(ilk kez içiyordum), hiç dokunulmayan çerez tabağımız yanımızda... filmimizi seçtik, uzattık ayaklarımızı... pat diye uzanıp öptü dudağımın kenarından. geri çekilip gülümsedi. ben şaşkın gülümsedim, sanki hiç beklemiyormuşum gibi. gülümsediğimi görünce tekrar... sonra ben de..

sonra bi gün arkadaşlarım "erkekler, ilk buluşmasında fransız öpücüğü yapan kız kesin verir, diye düşünüyorlarmış..." deyince epey gülmüştüm içimden. O da öyle düşünmüş müydü acaba...Düşündüyse haklı çıkmıştı, ama garip, ne veriyoruz? Neyimiz var da veriyoruz? Namus mu? Onlar vermiyorlar mı? Alış-veriş değil mi bu ...işteş bi eylem ne de olsa "sev-iş-mek"

Neyse...
O bir mühendisti. dikiş tutturmaya çalışıyordu. bi işten çıkıp diğerine giriyordu. herkes gibi turuncu saçlarımı çok sevmişti.
ona bi şey verdim mi bilmiyordum ama, almıştım epey bi duygu. orhan veli ne doğru demiş, hakkaten insan aynada başka güzel oluyormuş, yatakta başka. bir insanı en iyi, yatakta burnu burnuma değerek yüzüne baktığım anda tanıyabileceğimi O'nunla birlikte öğrendim.

İnsanların uyurken yanında bi nefes hissetme ihtiyacında oldukları için, ömrünün kalan her gecesini garantilemek için evlendiklerini o zaman düşündüm. Ama öyle biyolojik bi ihtiyaç değil, "yanımda biri var, birazdan bana dokunacak, teni sıcak olacak.." hissi.

ten sıcaklığı.. O'nda fark ettim ya, kalp sıcaklığını da O'nda bulacağımı sandım. o da öyle umdu başlarda... ama sonra benim gitmemi beklediğini anladım. terk etmek genç bir kızın kalbini kırmak demekti, delikanlılığa sığmazdı, "kötü adam" olmanın vicdan azabını kaldıramazdı.

uzun süre bırakmadım. bıraktım, dayanamadım, geri döndüm. ilkti işte, ilk platonik aşkım gibiydi, yapışmıştı kemiklerime, soyup atamıyordum pat diye. bi ağlama krizinin ortasında telefon başında O'nu ararken buluyordum kendimi.

Sürekli aklıma o sahne geliyordu: bir kötü adam bağırıyor ve ben atletini çıkarıyorum, bir anne ağlıyor ve O boynumu öpüyor, bir adam deliriyor ve ben üstüne çıkıyorum, filmin jeneriği akıyor ve biz kenetlenmişiz, yüzlerimizi okşuyoruz. "nasılsın" diye soruyor bana, "iyiyim" diyorum. dolu dolu bi iyiyim ama, öylesine değil.

annem sevincinden ölüyor, düzenli işi olan bi adam buldum, mezun olunca yakında evleniriz diye... ikimizin de aklından geçmiyor evlenmek. o "artık" düzenli bi hayat istiyor, evlenmek istiyor, ben sadece bi tutku bi alışkanlık bi gencim onun için. "çocuklarının annesi" dışarda bi yerde O'nu bekliyor biliyorum. beni dinledikçe uzaklaşıyor benden, görüyorum.

iyi seviştiğimi söylüyor. O'na kızdığım zamanlarda başkalarıyla yatıyorum. Hepsi aynı şeyi söylüyor. artık erkeklerin isteklerini bilip rol yapabiliyorum. Aldıkları zevkin karşılığını bana tam veremiyorlar. Para versinler bari istiyorum...

Gizlice yapıyorum bi süre fahişeliği, kulaktan kulağa yayılıyor ünüm. Esin bile hala bilmiyor. annem bi gün telefonda konuşurken dinleyince beni her şeyi öğreniyor, bağırmaya başlıyor. mühendis olup sürünmek istemediğimi söylüyorum. hayatıma daha fazla karışmasını istemiyorum. esinle eve çıkıyoruz.

Bu sırada O da öğreniyor. Daha da uzaklaşıyor benden, gözlerinden anlıyorum. gitmemi bekliyordu zaten, hayatını boşaltmamı, yenisine tamamen yer açmamı. Bi daha görüşmeyeceğimizi söyleyip ayrılıyorum yanından. tabi ki dur demiyor.

Sonra ne yaptı, hiç bilmiyorum.
Nasıl öğreniyor hastanede yattığımı, bilmiyorum.
Benim yaşadıklarımı biliyor mu, bilmiyorum.
Beni ağlatmayı nasıl hala becerebiliyor, bilmiyorum..

İsmi Mehmet. Elimi dudaklarımı öpüyor, yine bakıyorum yüzüne, yine yataktayız (hastane yatağı ama olsun).. yine içim gidiyor üstünü çıkarmak için..yine görebiliyorum onu. ama biliyorum ki yine olmaz. bazı insanlar asla var ve yok olamaz, öğreniyorum.

Yazarım (şoförüm), "sen artık benim kahramanım değilsin" demişti. başka bi yazar, başka bi hayat demekti... demek ki mehmet, artık sana yer yok bu romanda, sadece geçerken uğradın zaten..biliyorum. son bi kez öp ve git hadi.

24 Aralık 2010 Cuma

13.kk-SEn hiç roman kahramanı ile tanışan bir yazar gördün mü?

ne anlatayım ki Niyazi Abi?

gözlerime baksana,
yorgunlar değil mi?

Halbuki sigarayı bırakalı aylar oldu,
içkiyi bile tek tük içiyorum.
Bağımlılıklarımdan kurtuldum, damarlarımda uyuşturucu şeyler akmıyor artık
Gülümsemem bile gevşek ,
yanaklarımdaki o çizgiler de yok oldu.
Gergin, kızgın durmuyorum hayata karşı.

Ama bir bilsen damarlarımda neler akıyor
nasıl özlem doldum zaman geçtikçe o kıza karşı
SAhi,
sana turuncu kızı anlattım mı Niyazi Abi?

Anlatmadım mı.
Anlatmam tabi doğru ya,
sevdim mi anlatmam ki ben.
Yumuşak ruhlara dokunmaya kıyamadığım gibi
kaçtığım gibi
yalan söylediğim gibi

Hem Niyazi Abi
tanıdım aslında ben onu gizli gizli.
gidip gelirken işine
izledim hep.
onu kendisinden fazla gördü gözlerim.
ama
onun Gözleri görmedi beni hiç


Yo, hayır uzaktan sevmiyorum
Aşık da değilim
O benim roman kahramanım
SEn hiç roman kahramanı ile tanışan bir yazar gördün mü?
ben tanıştım işte abi!
Nasıl bir duygu bu anlayamazsın
Ruhunun sevdiğinin karşısında soyunması gibi,
yüzyıllardır beklediği sevgilinle öpüşmek gibi,
mürekkebi bitmiş yazarın yeni şişesi gbi.

Ben şanslıyım abi
yarattığım karakterimle tanıştım
konuştum
sevdim onu
saçının rengini, gözlerinin anlamını, ruhunun kıvrımlarını..

Abi,
sen de tanırsan seversin onu
harbi kızdır!

ve ne yalan söyleyeyim,
bu esrayı görünce
aklıma turuncu saçlı kız geldi.
sahilde,tek başına,güçlü, umutsuz ama mutlu


neyse abi
boşver

hadi gel
ben bu kızla konuşmak istiyorum

12.kapı-anahtar

Güzel bir geceydi. Karanlık ve hayalimdeki yıldızlar, tam olması gerektiği yerdeydiler. İşten eve dönmek istemedim, belki dedim arabada uyurum. Çektim her zaman gittiğim sahil kenarına, çıktım sarıkızdan.

İlerde boğaz kenarında bir kız vardı, ellerini cebine sokmuş, gözleri dalmış. Onu rahatsız etmeyecek kadar yaklaştım ben de boğaza. Şarkı söylüyordu. Tutamadım kendimi, izlemeye başladım. Halbuki bilirim, insan buraya geldiyse yalnız kalmak istiyordur. Rahatsız etmeden, çaktırmadan bakmaya çalıştım, ama sanırım beceremedim...

"...ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum...." diye mırıldanırken beni görünce durdu, baktı. Utangaçça gülümsedi, gözlerini kırpıştırdı, başını çevirdi.

Ne oldu, dedim, devam etsenize?
Omzunu silkti, uzaklaştı, gitti çay bahçesinde bir masaya oturdu.

Adı Esra, diye fısıldadı, simitçi amca yanıma otururken.

Vay, dedim, simitçiler bu saatte de mi çalışıyor!
Yok be, dedi, bu saatte iş mi olur! Mesaim bitti çoktan...Elindeki şişeyi gösterdi.

Keyfini de iyi biliyorsun abicim, ben hazırlıksız geldim.
Biliriz tabi ya... İstersen yeter ikimize de, dedi şişeyi uzatırken.

İçtim. O da hemen başladı anlatmaya, sormaya fırsat vermeden.

Bu kız, dedi, her gün gelir buraya, her gece de... Daha yaşı ne ki? Ne işi var burada bizim gibi moruklarla.. Geliyor işte. Babası yeni öldü, yeni sayılır, geçen sene. Onun maaşını alıyormuş, paran var mı diye sordukça var diyor hep... Anlatmaz adam gibi, hep ister ki biz anlatalım o dinlesin. diyorum ki kızım sen n'apıcaksın bu morukların hikayesini? Belki film yaparım Niyazi Abi, diyor hemen, kahkahayı da basıyor. Öyle dolanır buralarda, sokaklarda... başına bi şey gelmedi şimdiye kadar, gözümüz üstünde de ondan. Bir babası öldü ya, hepimiz babası gibiyiz artık. Öyle de güzel ki... Arkasından kötü bakan bi delikanlı gördük mü hemen biz de ona kötü bakarız, tırsar gider puşt.

Okula gitmiyor mu?

Yok, üniversiteye başlamış, babası ölünce bırakmış. Neden, diye sordum ben de bi gün. Söylemedi bi şey, geçiştirdi... Bana kalırsa, önemsemiyor artık yaşamayı. Genç yaşında çok ölüm gördüğünden midir nedir... gülüp geçiyor gibi görünüyor her şeye. Bazen insanın sinirini bozuyor bu hali. Kimbilir neler saklı içinde, bi anlatsa, bi gösterse kendini... Korkuyorum, bi gün bakıp durduğu şu suların altında kayboluverecek diye. Yapar çünkü, nerde olduğu belli değil. Sıkamayız da biz, kimiz ki? Hep başka yerde, gitme desek güler, gider. Korkuyorum çok...

(gözleri yaşardı. Kendi kızı olması şart mı insanın.. nasıl da sahiplenmiş...)

Sizi sevdiğinden yapmaz belki öyle şey...?

Bilmem ki sever mi bizi gerçekten? Kalbi yok gibi oğlum... Ağladığını bi kere gördüm, o da geçen sen simit almaya gelince. Sen gidince azıcık coştum ben aklıma başka başka şeyler geldi, azıcık ağladım karşısında, anlattım yine, o dinledi. bi baktım gözleri dolmuş. Evine gitti, bi şey demeden. Ertesi gün de gelmedi. Korktuk tabi biz. Gelmek zorunda mı, değil ya, insan korkuyor... Evine gittim ne yalan söyleyim. Aklıma başka başka şeyler geliyor, yalnız yaşayan insanın başına her şey gelir. Açtı kapıyı, şaşırdı, Niyazi Abi hayırdır? dedi. Gözleri çökmüş, pijamalı, üstü başı dağınık...

İçeri davet etti de girmedim, ne bileyim, çekindim, belki sırf kibarlık olsun diye çağırmıştır, evi müsait değildir diye. Sen gel dedim bi simit ısmarlayayım. Tamam dedi, azıcık gülümsedi.

Geldi sonra hiçbi şey olmamış gibi devam ettik, hiç anlatmadı.

Korkuyorum be oğlum, sen yan gözle bakmadın, anladım ben, ondan anlatıyorum işte, benim derdim de O, içerken insan neşesinden mi bahseder, derdimi anlattım işte.... Eee.. sen anlat bakalım?





19 Aralık 2010 Pazar

12.kk-Tokat

çok geçmedi O'nu hatırlamam.
Değişmişti, güzelleşmişti, yıllanmıştı, sertleşmişti, üzerindeki o kararsızlıkları atmış, hafiflemişti.Ne yapacağını bilir gibi bakıyordu gözleri, korkusuzca sertleşmişti dudakları. Kenarlarına küçük anlamlı çizikler yerleşmişti, ,üzerinde ağır elbiseler. SAnki garip bir ruh içinde kendini saklamış, yüzyıllar sonra ortaya çıkarmıştı bedeniyle.

Gözlerimiz birbirine dokundu.
Garip dedim içimden, fransızca dışında, ilk kez o zaman konuşacaktım onunla. VE belki, şimdi o küfürleri etse anlayacaktım.

Şaşırdı
Tuttum elinden, gel içeri dedim.
Sen ne zaman öğrendin Türkçe'yi dedi.
Gülümsedim
Gülümsedi
Kahve yapayım mı sana
yap, ama acele etmem lazım, işim var.
Ah, evet. Ciddi işler sanırım
Sayılır.Sahi hiç şaşırmadım: Pınar ve sen.. BAkıyorum da ressamlığa devam.

Odayı ve odadaki dağınıklığı göstererek:
Ah evet, sayılır
dedim.

Kahveyi hazırlamak için uğraşırken, yanıma yaklaştı
Fernando dedi
Ona doğru döndüm

Ve döner dönmez suratımda okkalı bir tokat!

Sert ve acıtıcı..

Gözlerinde hiç bir duygu değişikliği yok, sanki şeker koymana gerek yok diyecek gibi sakin ve olağan bu tokat onun için.
Yüzüne baktım uzun uzun
ÖZür dilerim dedim
Dileme dedi. Kahve istemiyorum, hadi çıkalım
Dur.Bir şey anlatacağım sana
Ne anlatacaksın?

Pınar'ı

11.kapı-anahtar

(Anlat, dedi bana.
Anlat ne istersen.)

Herkesin bir kahramanı vardır. Sen benim kahramanımsın. Sen bu mahallede değil, 20 sene önce bi kenar mahallede doğdun. Sen rengarenk bi çocuktun, mahallen gibi. Alın teri, insan teri, çocuk sesi, deterjan kokusu, düğün ışıkları, göbek atmalar.... Sen onların içinde figürandın. Camdan cama çamaşır asılırdı, herkes birbirini tanırdı. Mahallenizde bir deli vardı, ben buranın kitabını yazacam! derdi de kimse inanmazdı. Bi berber vardı, gramafonundan çıkan müzikle koltuktaki müşterisini mutlaka uyuturdu. Bi kahvehane vardı, genç kızlar geçerken kimse yan gözle bakmazdı. Kimin kime yandığını çocuklar mutlaka bilirdi, mektup taşımaktan...Aşklar söylenirdi, aşık oldu mu kimse çekinmezdi, gurur duyardı sevdasıyla!

(Sürekli gülümsüyor, gözleri kapalı, eli elimde)

Bir yabancı geldi mi, herkes başlardı fısıldaşmaya, kim bu diye.

Bir yabancı geldi bir gün, annenin aklını çeldi. bıraktınız gittiniz tüm renkleri, gri bir apartmana. O gri apartman sayesinde/yüzünden sen üniversiteye gittin, sen kızıla çalmaya başladın, sen isyan ettin...

Gri sendeki tüm renkleri yok etmeye çalıştı. direndin ve belli ki başardın. turuncunu korudun.

Sen benim kahramanımdın Pınar, ama benim yazacaklarım bitti gibi artık. Başka bir Pınar'a evriliyorsun ve o benim kahramanım değil artık. Yeni yazarların olsa gerek, okuyacağım hakkında yazılanları, çocuğum gibi, ne halde olduğunu merak edeceğim.

(Elini öpüyorum, gözlerini açıyor, tamam, diyor gözleriyle. Çıkıyorum)

Konuşmaya neden ihtiyaç duyar insan? Gözlere ve ellere sahipken...

18 Aralık 2010 Cumartesi

11.kk-Yangın

ben bu kadına aşık oldum
ve işte sırf bundan dolayı ondan kaçtı ruhum.

şaşırmamalı aslında
sanatçılar böyledir, haklıydı.
hep.
ilhamlar için insanları kullanan sıçtığımın ruhuna sahibim ben de
hayat pezevenginin orospu ruhlu duluyum
kim ne verirse, hatta daha çok verirse;
canım ne isterse, istetirse.

kadınları severim, sevişirim, her zerresine dokunurum şefkatle ve sonra canım istediği diye, anlıyor musunuz sırf canım istediği diye çeker giderim
hiç bir gerekçeye gerek yoktur
öylece gitme hakkını kendimde görürüm
ama haksızlık etmeyin bana
ben kartları hep açık oynarım
fırça ile tuvali tatmin ederken, ruhum ile ruhunu tatmin ederim kadınların
ve onlar
en başından beri bilirler gelip gideceğimi.

bir gel git malzemesi kılındıklarını da bilirler elbet.
severler ama beni
çılgın gibi hem de.
bir sanatçının gözünde yaşamayı
bir sanatçı ile sevişmeyi
fırça ile orgazm olmayı
ruh ile öpüşmeyi
şarap ile soyunmayı
sırtıma tırnaklarını geçire geçire kendinden geçmeyi de severler

alış-veriş azizim.
alan var veren var. Adalet!

Ticaret basittir:
Mesela ben özgürümdür
ve onlara da özgürlüklerini veririm.
Kendimi tutsaklaştırsam bile bu katran yaşama,
bir izmarit yakar üzerine tükürürüm kelepçelerimin

dedim ya,
O da,
evime getirdiğim o kadın da biliyordu beni.
ta ilk baştan anlamıştı gözlerimi
gözlerimden ruhumu
hatta en çabuk anlayanı olmuştu tanıdıklarımdan!

O gece,
sıcak battaniyenin altında uyanıp çıplaklığından utanmadan küfürvari bir şeyleri havaya soluduğunda anlamıştım içindeki o vahşiliği

O, hiç anlamadığım dilde kendi kendine küfürler ederken,
ben aşık oldum o'na

Yo, sanatçının aşık olması gibi değil,
bir insanın
hatta bir hayvanın aşık olması gibi
doğal
olağan
sıradan.

o anda
küfürvari hıçkırırken
aslında ne dediğini hiç sormadım O'na.

ama ben o kelimeleri haykıran, acı sümküren kadına baktım
baktım.
Baktım.

şarap istedi benden
ölümü arzular gibi ..
titremeden sesi..
yayık harflerle ıslatıyordu fransızcayı
fransız değildi
asla değil!
ya da en az ben kadar fransız O da.

nereli tahmin edemiyorum,
belki diyorum benim gibi biraz oradan biraz buradan almış
biraz ötede biraz beride yaşamış

Sinirleniyorum o anda.
Her şey berraklaşıyor zihnimde
gidip ilaç alıyorum dolaptan,
sıçtğımın salağı komaya girecek!
titriyor deli gibi
İlacı veriyorum,
bir tane daha
en etkilisinden
ağzına ne versem alacak, o kadar yumuşak bedeni
o kadar salmış kendini!
.
rahatlıyor
gevşiyor
zamanı bir pastil gibi odamda eritiyor

anlatmaya başlıyor
her sarhoş gibi
tüm bilinç altını en müstehcen, en rahat, en uç kelimelerle sıralıyor bana
sadece bedeni değil, ruhu çırılçıplak karşımda!Bir sanatçının en sevdiği şeyi yapıyor. Soyunuyor ruhuyla.

Ayağa kalkıyor, hiçkırıyor, elleriyle kollarıyla çırpınıyor adeta anlatırken

bir erkek mi!!
yani
tüm bunların sebebi bu mu?
Siz kadınlar,
sizi algılamak bile başlı başına bir başarı
bu ruhları titretecek kadar asil duran kadını
hıçkırarak titreten çulsuz, sapsız, gerizekalı bir erkek ha!
Acıyorum ona
acınası acılar bunlar
çaresizlikler
mazoşizm!
eline jilet versen zaman adında, doğrar kendini acısıyla bu tip kadınlar!

Kıvrımlı hatlarıyla karşımda huzursuzluktan danslar yaparken üşüyor,
yerde kıyafetlerini görüyor, üzerine geçiriveriyor hırkasını

Şaşırıyorum
bana hiç bir şey sormuyor
ama bir fahişe gibi de kokmuyor!
Neden her şeyi bu kadar olağan karşıladığını anlayamıyor, sadece alkole veriyorum bu rahatlığı

derken,
aradan saatler geçmiş, dudakları konuşmaktan uyuşmuşken öpüyorum onu
o anda
sırf istedi canım diye.

dudaklarıma ekşi şarap tadı geliyor
kekremsi
ağlayarak öpüyor beni, dudakları nemleniyor zevkten
üzerini çıkarıyor bilinçsizce ve ben içine giriyorum bilinçle.
İnlemiyor, konuşmuyor neredeyse nefes bile almıyor.

SAdece yapışıyor,
ruhuma hiç ayrılmamak üzere
Bir parçam olmak için benimle bütünleşek garip bir ben gibi!

Kendimle mastürbasyon yapmak gibi onla sevişmek
Güçlü ve buruk

Ki ben,
bu kadınla
sadece iki kez sevişiyorum koca iki ayda
ilki ilk karşılaştığımızda beni parçalayarak, inleterek dağıtıp, kendini içime soktuğu o günde.

Diğeri
yani sonuncusu ise,
yangının çıktığı gece.
YA da yangını çıkardığım gece.
Onla sevişmemizin ertesinde, taşıyamayacağımı anlayınca bu sevgiyi bedenimde,
sırf gitsin düşüncesiyle.

ve canım öyle istedi diye!

benden uzaklara, benden nefret ederek, beni taşımadan, bana alışmadan, beni anlamadan gitsin diye

yaktım evimi
Kendimi
Ellerimi ruhumu bedenimi
sonra
Yanına yattım usulca,
bedeni ılıktı
Aşıktım ben bu kadına
anlıyor musunuz
hücrelerimi çalmıştı benden
beni bana borçlu kılmıştı!
farkında bile değildi
ve ben, sırf aşık olduğum için istemiyordum onu hayatımda

beni mahvederdi aşk!
ben aşkı yöneten, aşka aşık olan, aşkla oynayan
aşkı yaşatan, aşkı resmeden,
aşkın tüm renklerini hazda, anda, mekansızlıkta, zamansızlıkta, pervasızlıkta gören adam istemedim o kadını!
AŞık olduğum kadını
tek kadını!

Omuzundan
sağ omuzundan öptüm onu
.
duman odaya dolmaya başladı ve
O,huzursuzca kıpırdanmaya başlayınca kalktım yataktan
koştum
resimlerimi toparlamaya başladım,
çocuklarım gibi titrer göründüm onların üzerine


ARadan bir kaç dakika geçmedi ki,
yanıma geldi
BAkışları buz gibiydi,
alevler arkasını kaplamıştı
donuk bakıyordu
anlatılmaz bir donukluk
RENGİ olmayan bir donukluk!

en kaliteli ottan çekmiş gibi
Duygusuz ve zevksiz


O anda,
burnuma değecak kadar yaklaştı tenime
Elini yanağıma koydu
Buz gibiydi elleri!
üşüdüm.

Yangından ötürü ben bile heycanlanmışken,
o hiç bir şey demeden ve hissetmeden gözlerime baktı
baktı
baktı..

Ruhuma geçirdi sessizlik bıçağını ve neredeyse fısıldadı yarama kan niyetine:

Beni niye uyandırmıyorsun manyak herif?

O kadar sakindi ki.
O kadar..

İçindeki yıkımları duyuyordum,
ve o neredeyse delirmiş bir halde bana bakıyordu
Sonra dudakklarını büzerek,
iğrenç bir şey görmüş gibi
bana baktı
baktı
baktı

Ve yürüdü o büzülmüş dudağı ile,
evden kaçtı.

10.kapı-anahtar

Hatırlamak istemiyorum o günleri aslında. Yine de o zamanı anlatmazsam anlamam, biliyorum.

Zuhalolcaylar, ahmetkayalar, düşsokakları, ezgigünlükleri arasında, en yok edici müziklerde kayboluyordum Parisin kendini beğenmiş sokaklarında. Para bulduğum an şarap alıyordum. Hiçbi şey yemeden.

Yalnızdım, yeni aldatılmıştım, çok sevmiştim, özür bile dilememişti, umrunda değildim. saftım. İlk kez sevmiştim. Bi daha sevmemeye yemin etmedim. En yakın zamanda öleceğimi düşünüyordum. İçerek hızlandırıyordum ölümü. En sarhoş halimde en işlek caddelerden geçmeye kalkıyordum.

En kolay yok olma yolu buydu o zaman o kafayla aklımın erdiği. (Hiçbir zaman doğru şeye ermedi aklım zaten.)

Gözümü açarken "ölsem de bir kalsam da bir" yankılanıyordu kafamda:

Tanımadığım bir yerdeyim (yine). Günlerden ne, kaç yaşımdayım, yeni mi doğmuşum, adım ne, hangi ülkedeyim, nece konuşurum....Ben kimim? Hepsi şarkıyla birlikte kafamda dönüyor.

Bulanık görüntüler.
Bir adam bir tuvalin önünde bana bakıyor. Kim bilir ne görüyor (beni görmediği kesin). Gözleri korkunç, anlaşılmaz, dudağında garip bir gülümseme. Saçları dağılmış, üstü başı boya...

"Sen kimsin" demeye mecalim yok.
Kendime bakıyorum. Bi battaniye üstümde, altında çıplağım..
Küfrediyorum (içimden). Yine ne geldi başıma kim bilir...

Başım ağrıyor. İçmem lazım.

Su getiriyor manyak herif. Şarap yok mu, diyebiliyorum, anlamamış gibi bakıyor yüzüme. Fransızca bi şeyler söylüyor, o zaman hatırlıyorum nerde olduğumu...

Şarap istiyorum en sarhoş Fransızcamla. Gülümsüyor.. Sarhoş kadın görmekten ilham alan sıçtığımın sanatçı ruhu! (O an tiksindim O'ndan, ama uzunca bi süre beni görmeyişine aldırmıyormuş gibi yaşadım, zaman öyle gerektiriyordu)

Ağrı kesici olduğunu tahmin ettiğim bi ilaç getiriyor. Sorgulamadan içiyorum. Kimseye güvenmiyorum artık, ama yaşamımı da umursamıyorum, hiçbişey önemli değil. Dipteyim, sondayım (feridun da giriyor Parise)...

Yanıma oturuyor.
Yavaş seslerle anlatıyor beni nasıl bulduğunu. neden bu halde olduğumu... güvenmemi istiyor belli ki. Kıçımın kenarı.. neyine güveneceksem, macera arayan hippi işte...

Zerre kadar saygı duymuyorum ona o an. İsmini söylüyor, anında unutuyorum. Ama bana "anlat" diyor.

Başımın ağrısının izin verdiği miktarda anlatıyorum, hiç nazlanmadan.. uzun zamandır bu anı bekliyormuşum gibi.

Yüzüne bakmadan.

Moda tasarımı öğrencisi olarak Paris'e geldiğimi, tasarımcı bi piçe aşık olduğumu, sonra bi daha Türkiye'ye dönmediğimi, hiç özlemediğimi, yepyeni bi hayata burda başlamaya karar verdiğimi... O eski güçlü, ayakları üstünde dimdik durmayı kendine amaç edinmiş Esin'in nasıl yok olduğunu, tüm hayallerimde O piçin yer aldığını....O'nun da benim için aynı şeyleri düşündüğünü sandığımı...

Aşkın hayatın tüm amaçların modanın paranın hayallerin boktan oluşunu, tek gerçeğin ölüm olduğunu.... anlattım. Bana göre saatlerce anlattım. Hiç esnemedi. Kim bilir neler düşünerek kimi dinledi, beni dinlemediği o kadar belliydi ki! (Sonrasında geçen aylarda da hiç beni dinlemedi, hep başka dünyalar...)

Sonunda konuşmaktan yoruluyorum. Kafamı koyuyorum yastığa, uyuyorum battaniyeyi üstüme çekip.

Günlerce bana bakıyor. Sıcak çaylar, kahveler getiriyor.

Zamanla yanında mutlu oluyorum.
Zamanla yanında sarhoş oluyorum.
Zamanla yanında kendimi daha çok kaybediyorum.
O resimlerimi yapıyor, dediğine göre kendini daha çok buluyor.
Bakıyorum tuvaldeki bana, ben değilim o.

yine de onunla kalıyorum. Arada bir dışarı çıkıp para bulup geliyor, ot bulup geliyor, alkol bulup geliyor....Sürekli uyuşuğum bir oda içinde. dışarı çıkınca huzursuz oluyorum.

Ve o yangını çıkartıyor.
Aklımı başımdan alıyor. (belki de aklım başıma geliyor demek daha doğru olur)

bırakıp kaçıyorum.
Ve bu gün yaşıyorum o yangın sayesinde.

Hayatta hiçbir erkek güldürmedi beni.
Kaçtım tüm üzenlerden, ama şimdi tekrar karşımda! Neden?



10.kk-Anlat bana .Ne istersen..

Gözlerimi araldığımda bakışlarıma takılan,
takılıp yuvarlanan,
yuvarlanıp tam da parmak uçlarıma düşen o adamı gördüm.

HAni bilmem kaç gün önce arabasına bindiğim,
binip de ilkbahar kokusunu hissettiğim
hissettiğimi içinde bulunduğu boşlukta titrediğim adamı.

Bakışları hemen hemen hiç değişmemişti.
Yakıcı ama huzur verici,
meraklı ama vurdumduymaz..

Odada 3 kişiyiz.Ve
Annem odada huzursuzca dolanıyor adama bakarak..
Neden?

Az çok biliyordum durumumu, sağlığım yerimde. Yüzümdeki dikiş izleri dışında, her şey hemen hemen normal. Hatta içimdekilerin fazlasını almış gibiydim, ruhumda garip bir hissiyat var. sanki ayaklarımın doğal yayları varmış gibi hissediyordum, yürümeye çalışsam uçacağım. Ya da gülmeye çalışsam kahkahalarıma dolanıp boğulacağım.

Sanki fazlalıklarımdan kurtulmuştum
SAnki yüzlerce şeyi silmiş, arınmışım;
ufacık kız çocuğu halime dönmüştüm, at kuyruklu, çilli, turuncu kafa!

O anda hatırladım hatırlayamadığımı..
Kesik kesik, dilimlenmişti hafızam
ve bana en gerçek gelen karşımdaki bu adam,
sanki o boşlukların anlamını biliyordu.
Hatırlayamıyordum yap bozun parçalarını,
yerler karışmıştı.
işte tam o an korktum, şaşırdım..

Bir an tereddüte düştü bakışlarım.

O anımı yakaladı,tuttu o adam.
O olgunlaşmamış yeşil iğde rengindeki gözleri, ince parmakları..
acı kokusuyla dudaklanmış adam. Düşmedi geçmişim.Yaklaştı yanıma.

Bir gün taksme binmiştiniz, sonra sizin evin oralardaydım, kazanızı gördüm. O an koşamadım, dondum kaldım...

dedi

Gülümsedim. Annem hissetti benim içimdekileri
Ardından Odadan çıktı ayaklarını sürükleye sürükleye.

Yanıma yaklaştı adam. Sanki ağır bir yükü taşıyormuş gibi baktı bana.
Damarlarıma sıcaklık yaydı,
gözlerime gurur.
Hatırlarım bu adamı.Sanki tek onu hatırlıyormuş gibi.
Elimi uzattım eline doğru,
sıcacıktı.
Yanıma oturdu.
Anlat dedim

Anlat bana..
Ne istersen:

9.kapı- anahtar

Kaçıyorum herkesten. Oldum olası yaparım bunu tabi , ama son günlerde daha farklı durum. O turuncu kızı gördüğümden beri, o benim kahramanım olduğundan beri, içimde bi güneş var, sıcak, yakıyor. Kış günü sobaya dokunmak gibi. Acı veriyor, ama elimi çekmiyorum.

Herkesten kaçtıkça kendime yaklaşıyorum.

Yalnızlık Allah'a mahsus derler ya, hadi ordan diyorum, öyle olsaydı bizi yaratmazdı, eğlenceliklerini...

Neden var olduğumu düşünmekle geçti ömrüm, ama turuncudan sonra bu zamana kadar aslında hiç düşünmediğimi fark ettim. Başkalarının neden var olduğunu anlamaya paralel gidiyor kendini anlamak. turuncunun bakışlarını izledikçe kendimi izlediğimi gördüm.

Bir köpek mesela... Durup bir an dik dik bakar hani suratına. Korkutmaz da, bir şey de istemez... Neden yapar bunu? Aklından ne geçer? Anlamadan biterse ömrün, ne anlamı vardır hayatına bir şekilde girmiş olmasının? Figüranlarla mı dolu hayatın? Başrolde sadece sen mi varsın?

Buna kafa yormanın "delilik" olduğunu söyleyenler var. Çok var onlardan. Her yanda onlar var.

Sırtımı döndüm onlara. Anlamaya çalışmaya değmezler gibi. Gözlerinde anlam yok, sanal yaşıyorlar. Reklamlardaki yaşamları satın almak için çalışıyorlar. Aynada kendi gözlerine bakmıyorlar. Aslında yoklar. Bilim kurgu filmlerdeki klonlar gibiler, köle olarak kullanılmak için insanlar tarafından "yapılmış", yapanların izin verdiği ölçüde hayatları var...

Ben böyle konuştukça deli diyorlar.
Hiç tanımadığım bir turuncuyu hastanede ziyarete gittiğim için de "sapık" dediler, "aşık" dediler...
O öyle demezdi, biliyordum. Beni görünce şaşırmazdı bile. O oyuncu değildi, kendi senaryosunu yazıyordu.

Annesi şaşırdı sadece. Korkuyla baktı yüzüme, kendimi tanıtırken. "Bir gün taksme binmiştiniz, sonra sizin evin oralardaydım, kazanızı gördüm. O an koşamadım, dondum kaldım...." Sapık sandı beni kadın, ama O hiç garipsemedi. Annesinden rahatsız oldu, dışarı çıkmasını istedi. Konuştuk saatlerce. Yüzündeki yara izinin yakıştığını söyleyen ilk kişi benmişim. Neden kahramanım olduğunu sormadı. Biliyormuş gibiydi. Hiç şaşırtmadık birbirimizi.

Bazı şeyleri konuşmaya gerek yoktur. İçini dinlemeyi bilirsen, dışını da daha iyi anlarsın.

14 Aralık 2010 Salı

9.kk-Tuvaldeki çıplak kadın

Bundan kaç sene önceydi
5?
10?
Paris'te yaşıyordum o zamanlar.
PARiste bir italyan. Kolay değildi.
HEm de hiç kolay değildi.

ÜStelik sanatçılar arasında tanınırdım.Ona rağmen kolay değildi diyorum
.
O zamanlarda 30ların başlarındayım daha. Nereye gitsem anlaşılıyordu italyanlığım. RAhatım, gülüyorum, güven doluyum. üstelik içim de dolu değildir çok, ona rağmen cakam fazladır. Fransızcayı da su gibi bildiğimden her türlü muhabbete çemen olabilirim. Olabilirdim. O zamanlarda paris bu kadar moda akımının yapış yapışlığında değildi. Muhabbetler belli bir seviye üzerinde olurdu.
Sanat akardı sokaklardan; insanlar edebiyattan, heykelden, resimden konuşurdu. Ya da ben o tip insanların yanında yaşardım. Bilemiyorum. Güzeldi.

Saint Michel'de St.Germain bulvarının ortalarında bir yerde ufacık bir stüdyo dairem vardı. Şanşlıydım, çünkü şehrin kalbında yaşıyordum. Şansızdım çünkü çulsuzun tekiydim. REsimlerimden ne satar da kazanırsam; ertesi gün alkole, kadınlara, ota boka harcıyordum o parayı. E dolayısıyla geceleri yün battaniyeye sıkı sıkı sarılıp yatmak zorunda kalıyordum. Elektrik faturalarıyla didiniyor, mum ışığında resimler yapıyordum. Ama yağlı boyalarım en iyisindendi, kahvenin en hasını, otun en güzelini içiyordum.

Ama
Yürümek bedava, hava bedava, su bedava.

Hatta o zamanlar bir kaç kadınla beraber olmuştum sosyeteden. Klasik sergi çıkışlarında tanıdıklarım. PAra kazanmıştım iyi mi o sevişmelerden. Fahişeliği de bilirim yani. Sonra gidip o parayla eski deri bir koltuk, bir kahve makinesi, bir yağlı boya seti, bir abajur (yeşil püskülleri vardı), bir televizyon almış, iki-üç ay yetecek kadar da ot zulalamıştım.Ertesi gününde daha. Yani bu sevişmelerden epey kazanmışım düşününce şimdi. Demek ki iyi para ediyorum. İnsan sevdiği işi yapmalı azizim diyesim geldi bak!

O günü anlatayım en iyisi
HAni İlk tanıştığımız günü
Dünyamın parçalandığı, yarıldığı ama uyuşarak umursamazlık uçurumuna atıldığı günü.
O kadını.

O gün,
Siene nehrinin etrafında yürüyerek güneşi batırdıktan sonra, eve gitmek St. Mitchel'e giden köprünün üzerinden gidiyordum .
Yorulmuştum.
Sabah kahvaltıda yıllardır ahbabım olan Brezilyalı Toleo ile saatlerce tarihten, siyasetten konuşmuştuk. Sonra kafamı dağıtmak için-resme çok odaklanmıştım o günlerde çünkü ve tıkanıp kalmıştım bir kaç detayda-dolaşıyordum.

Eylül'ün sonları. Yapraklar küsmüş lanet güneşe, hepsi birden toplu intihardalar. Nehir desen, geldim geleli boz. Bok rengi lanet bir şey! Neyseki sonbaharda biraz turuncu yapraklar, küsmüş ağaçlarla bir uyum sağlıyor da idare ediyor görüntü. Her geçen gün, daha da garipleşiyor, çirkinleşiyor renkler burada.Bir ressam için felakat anlar yaşanabiliyor bazen.

Geleli kaç yıl oldu Paris'e.
2 ya da 3? Neyse gelme sebeplerini filan sonra anlatırız. Şimdi o güne dönelim:

Köprüden geçerken, köprünün ortasına topuklu ayakkabılarını çıkarmış, yere oturmuş, eteğinin kenarından gözüken yırtmacının curetine inat olduğu yerde rahatça yayılmış, gözlerini yummuş, yağmuru dinleyen o kadını gördüm. Ne yalan söyleyeyim, önce öldü filan sandım. Hareketsiz duruyor öylece. PEk bir bırakmış kendini. Tamam saat o kadar geç değil ama bir şekilde orada öyle durmak da akıl karı değil. Deli gibi.Yoksa deli mi? Hiç böyle deli de görmemiştim doğrusu. Gayet şık, yeni bir görüşmeden çıkan iş kadınları gibi.

Dayanamadım- asla dayanamam- yanına gittim. Gözlerine bakmaya çalıştım,kapalı. Sımsıkı. Ama alkol kokusu-şarap- kendini hissettiriyor. HEm de nasıl! Buram buram.

Az çok anlarım halden, komada filan değil. Bildiğin sızmış da ne garip; köprünün ortasında, böyle işlek sayılabilecek bir cadde girişinde, kibarca oturmuş bir vaziyette sızan bir kadın.ŞAka gibi. NE yapacağımı bilemedim o anda. Ya da biliyordum..

Neyse ki el çantamda önemli bir şey yoktu,bir kaç şeyi alıp kalanını olduğu gibi attım nehre hemen. Ellerim boşalmıştı,kucağıma aldım kadını. Evime kadar taşıdım. Sokaktakilerin garip bakışlarına aldırmadan.


Yakınlaştım sanki her adımda.
Öyle ki yolda bir kaç kez öptüm yüzünden, gözünden. TEcavüz gibi bir şeydi belki bu ama umursamadım. GErekirse ederdim de, bu kadında garip bir şey vardı.

Sanki her şey onunla baştan tanımlanacaktı. TEcavüzden tut alkole kadar.

Eve geldiğimizde, koltuğuma yerleştirdim onu.Hem yatağım hem kanepem olan yere. Değişik bir şey denemeye karar verdim o anda.

Kadını soydum kibarca. Arada bir kaç kez mırın kırın sesler çıkardı. Ama anladığım bir dilden değildi. Ya da bana öyle geldi.
BAttaniyeyi alıp, üzerine örttüm, yastığını ayarladım rahat etmesi için
Çırılçıplaktı artık. Ama üzeri örtülü.

Karşısına geçtim.
Tuvalimi koydum hemen
Başladım fırçanın kendini tatmin etmesine tanık olmaya.
Tuval hızla doluyordu ve ben merak ediyordum:

Kimdi bu kadın? Ve ne diyecekti bana?

8.kapı-anahtar

Sabahın dördünde ekmek ve şarapla Aristo'nun hocası olduğum zamanlardı.
Hep onunlaydım. Hatta O'nun yüzünden o haldeydim.

Bok herif.
Hayatımın en uçuk en güzel en korkunç en sarhoş zamanlarını yaşadım.
Çıktı karşıma yine.

Yok yok sevgilim olmadı hiç. Yani seviştik, tamam. ama hiç ayıkken konuşamadık. Hep gözlerimiz kayıktı, hep saçımız başımız dağınıktı. Hep damarlarımızda zehir olurdu. yoksa katlanamazdık birbirimize. Dünyayı kurtaramayacağımızı anladığımızda birbirimizi bulmuştuk. 6 metrekarelik alanda kendimize bi tabut kurmuştuk. Yaşayıp gidiyorduk karanlık ve öfkeli ve boşvermiş.

Aşık olmuştum bu bok herife. Bi daha da kimseye olmadım zaten. aşk başka türlüyse eyvallah, ama bunun gibisini bi daha yaşamak istemiyorum! Kendi çukuruna beni de mi çekmişti, yoksa ben mi cumburlop atlamıştım, emin değilim...

Sonunda ben çıkmak istedim.
Neden? sigaradan tutuşunca ortalık, beni uyandırmak yerine resimlerine koşmuştu kafasız! Onun gürültüsüne uyanmasaydım bırakıp gidecekti muhtemelen... O an fark ettim.

Tamam hayat boktandı, ama bu tür bi adamla yaşamak bu tür bi ölüm getirecekti...Böyle ölmek daha boktandı.

Umursanmak istiyor insan. Ne kadar kimseyi umursamasa da... Bencilce evet, insanca.

Bıraktım gittim o gün. Aramadı muhtemelen. Ben de aramadım. Toparlanmam uzun zamanımı aldı. Şimdi zehrim sadece şarap, özel zamanlarda.

Nerden çıktı şimdi?



8.kk-ben bu suratı nereden tanıyorum?

5.kahvemi de içtim. Gözlerim katranlaşmıştı adeta. GEce uyuyamamıştım .Yemek yememiştim.
Bardağı yere fırlatıp, porseleni odaya saçıldıktan sonra aradım.

Konuştum ve
Telefonu kapattım
O kadını eve çağırana kadar-ki o anda karar vermiştim, onlarca sigara içmiştim.
Ağzımın tadı kaçmıştı adeta. Midem bulanıyordu. Kafam çatlayacak gibiydi.

YErdeki kırıklara basmadan hoplaya zıplaya banyoya gittim.
Üzerimde sadece şortum, ağzımda yarısı bitmiş, dumanını içime kusan sigaram.

Aynanın karşısına geçip, sakallarımı sıvazladım. Kaç gündür kesmiyordum onları. Hafta olacak belki de. Deli gibi kaşınıyorlar.

HEm yüzüm fena dağılmış halde, avurtlarım çökmüş, dişlerim sararmış. Gözlerimin kenarlarındaki çizgler yıllanmış şaraplar gibi ekşiliğini kaybetmiş, kıymetlenmiş acılaştıran anılardan.

Diş fırçamı çıkarıyorum, biraz macun.
Fındık kadar.
Aynaya bakıyorum yine.
Tüküresim geliyor kendime. Tükürüyorum. Aynada bana bakan o ihtiyarımsı herif gülümserken yüzünden bir tükürük kayıyor.
Fındık kadar olacak macun!
Yuvarlak fırçalayacaksın. Yatay değil. Dikey. Tamam mı bir tanem?
Tamam diyorum.
Öyle fırçalıyorum, uslu uslu.

Gülümsemeye çalışıyorum ama hayır. Atamıyorum o garip hissi içimden.
Arada içtiğim otların etkisiyle kafam hala çakırlarda keyiflerde.


LAnet olsun!


Turuncuya aşık oldum sanırım!
Gözümün önüde sürekli..

Saçlarının rengi o kadar güzel ki, teniyle o kadar güzel uyuşuyor ki, o kızı görmeliydim bir şekilde. HEmen..

Saçları için.

Ah siz beni bilmezsiniz, renkler için canımı veririm. Bu renksiz, tatsız, tuzsuz canımı. O saçlardaki renk benim peygamberim. Hemen onun yanına gidip biat etmeliyim!

Fırçamı yerine koymak istemiyorum. Atıyorum sağa sola bir yere. ODaya gidiyorum, başım fena yumuşak. Sözde o kadar kahve içtim. Bana mısın demedi. Üzerime bir şeyler giymem gerek. Yerden bir kot alıyorum, geçiriveriyorum. Spor manyağı biri olduğum için kilo almıyorum ve işte bu giydiğim kot en az 10 senelik. Tam oluyor yine, belden biraz bol. ÜZerime de bir tişört , koltuğa uzanıyorum. Şimdi bir koşsam.10 kilometre, götümden akan terler çoraplarımı ıslatana kadar. Ciğerlerime dolan hava alveollerimi patlatana kadar. Ne kadar rahatlardım. Hayali bile güzel.
DErken..

Sonrası malum.
Sızmışım.
Kapının ısrarlı çalmalarına uyanıyorum.
YA da bana ısrarlıymış gibi geliyor, çünkü kapıyı açıp, gördüğüm neredeyse kızgın ve bıkkın o surat bana tam tersini anlatıyor.

SAhi ,bu suratı ben nereden tanıyorum?

7.kapı-anahtar

Annesi vardı Pınar'ın yanında, ben dinlenmek için eve gelmiştim. Hastane duygusallığıyla sanırım, annesini görünce hiç sinirlenmedi turuncu kafa, kadıncağız günlerce boş yere tedirgin beklemiş...

Durumu iyiye gidiyordu. Yüzündeki sargıların bir kısmı çıkarılmıştı. Derin bir yara izi vardı, estetik ameliyatla düzeltilebileceğini söyledi doktor. Pınar bir ayna istedi, kendine şöyle bir baktı, yok, dedi "istemiyorum, kalsın, böyle güzel olmuş"... yanağında çillerin arasında bir çizgi. Çocuk filmlerindeki korsanlar gibi. Korkunç ama güzel.

Telefon çaldı sabah 10 gibi. Yeni uyanmıştım, hastaneye gidecektim kahvaltı edince.
-Günaydın, dedi çekingen bi erkek sesi. Pınar Çavdar'ın evi mi?
-Evet ben ev arkadaşıyım
-Hastanede mi hala
-Evet. Siz kimsiniz?
-Ben Pınar'ın modellik yaptığı ressam.. Fernando Hernandez. Ne zaman çıkar hastaneden? Nasıl durumu?"
-tam...
-Buraya gelebilir misiniz? Sonra birlikte hastaneye gideriz?"
-...?
-Yani başka bi planınız yoksa...
-...yani... yok, kahvaltı edip çıkacaktım zaten
-tamam o zaman bekliyorum...
çat. bipbipbip..

Şaşırmıştım, anlamadım hiç bi şey. Derdi neydi bu manyağın? Hem...
Lülülülü!
-Alo?
-Ev adresini bilmiyorsunuzdur....(tarif)...görüşmek üzere...

Çekingen ama emir veren erkek...mide bulandırıcı. Ama gitmem lazım. Pınar'la ilgili ne de olsa... Ne yumurtlayacak bakalım?

13 Aralık 2010 Pazartesi

7.kk-genelev maceraları

İlk deneyimimi çoğu erkek gibi ben de genelevde yaşadım. Sonra da pek çok kez gittim oralara. SEvdim hatta o dünyayı. Çoğu dünyaya göre dürüst geldi bana. O kadınlarla muhabbet etmeye gittim çoğu zaman. Çoğu zaman da hayvan olabilmek için. Maçlara gitmem ya, ondan sanırım bu ilgim.
Dedim ya, ilk deneyimimi bir genelevde ile yaşadım ben.

Zürafa sokak inlemeleri..
Duman altı gidiş gelişleri..
Anlamsız zevk rüyalarına dalışlar,
aşık mı oldum ben bu kıza hissiyatları..
Adam oldum lan ben artık duruşları..
Korkularını tatmin edebilme konusundaki anlamsız erkeklik yarışları..

Ayten'di bu ilk kızın adı. Kız diyorum çünkü ufacıktı, 18 var yok. Nedense bana bu taze ama neredeyse yaşlı denecek kadar deneyimli kızı ayarlayan Numan Abi'yi unutamam bir türlü. Bıçkın adamdı, yatmadığı kadın kalmamıştı orada. Şimdi duydum, Afyon'a yerleşmiş, küçük bir dükkan açmış. Bakkal. Evlenmiş, eşi kapalı ( nedense hiç şaşırmadım), bir oğlu varmış. O fıçıdan çıkmayan adam alkolü filan bırakmış, cumalara gidermiş. Bir iç çekip,hayret bir şey diyorsun. Öyle günlerdi onlar işte. Biraz garipti herkes hormonlar fora okyanusa açılırken.

Şimdi hatırlıyorum da Ayten ne de yardımcı olmuştu bana. Utangaçtım, deli gibi. Korkuyordum ama fiyakayı çizdirmemek için de deli gibi sert durmaya çalışıyordum.Gerçi ben sert dursam ne olacak, çocuk vücudum büyümeyi kabul etmiyor, yumuşacık kalıyordu o anlarda. Elim ayağım titremeye başlamıştı, Ayten sakinleştirmişti beni. Anne gibiydi. Çok net hatırlayamıyorum gerçi, zevk aldım mı almadım mı belli değil bir geceydi. SAbah güneş doğmadan kaçmıştım oradan. SAhile gidip, ağlamıştım hıçkırarak. Ne diye ağlamıştım o kadar bilmiyorum, kudurur gibi. Sonra da bir daha ağlamadım zaten. Saçma geldi hep. O günden sonra da ne utandım ne de vücudumun yumuşak kalmasına göz yumdum. Hatta çok da ağlattım sanırım insanları. Adalet dünyası ne olacak.

Hem şimdiki aklım olsa gitmezdim oralar, ne de olsa sokak sevişmek isteyen kadınlarla dolu. ÜStüne bir de aylık harçlığımın ciddi bir kısmından ayırıp vermiştim iyi mi. Çocukluk işte. 14 yaşında düşünemiyor insan bunları.Ama tabi o kadınların gözlerden bedenlerinde sakladıkları niyeti ve arzuyu anlayacak olgunluğa da hemen ulaşılmıyor,o ayrı.

Anlayacağınız kadınlar konusunda az buçuk uzman sayılabilirim.Gerçi çoğu erkek bunu der; onla yattım, bunla yatarım, bu kadını anlarım ayaklarına yatar. Siz inanmayın her dediğimize. Biz aslında biraz korkak biraz çocuk yaratışlı insanlarız ve hani derler ya, eksiğin neredeyse orayı kapatmak için üzerine yüklenirsin diye, biraz da bu misal bizim durumumuz. Hem cesur hem de olgun gözükmek zorunda kalmamız yani. Kim demişti aklıma geldi şimdi, erkek olgun görünüşlü çocuk, kadın çocuk görünüşlü oldun insandır diye. Her neyse..

Bir de aynı uzmanlık derecem matematikte vardır. Belki de ondan kadınların denklemini çözebilmek bu denli kolay oldu. Çok bilinmeyenli gözüken ama basit bir kaç teoriyi kullanarak aritmetisi çözülen bilinmezlikler onlar. İnsan çözemediği sorunlara aşık olur, dolayısıyla ben hiç aşık olmadım. Ya da bir kez olduğumu sandığım için oldum.

Belki de şimdi bir zamanlar aşık olduğumu sandığım o kadının yanında olmam bundan.Evine parayla sevişmek için gittiğim,bana hayatın en güzel zevkleri yaşatan arzu dolu kadın. Bana vücudumla beraber sevişmekten cidden memnun olduğunu söyleyip para filan almadan sabah erkenden evinden çıkıp beni kendi evinde çırılçıplak bırakan kadın..

Polisin sorumlu mühendis olduğum inşaattaki odama girip, kazazedenin adını ve durumunu söyleyip, beni karakola çağırdığında yüzümün donuklaşmasına sebep olan kadın.

Pınar Çavdar..
Aşık olduğumu sandığım kadın.

6.kapı-anahtar

Kızım O benim. Çok güzeldi, doğduğundan beri aşıktım adeta. Dokunmaya kıyamazdım yüzüne. Sivilcesi çıkınca O'ndan önce ben üzülürdüm, güzelliği bozuldu diye.

25 yaşındaydı, ne gerk vardı o kazaya? Yaradanın uyarısı, derdi annem olsa "güzelliği fazla önemsedin, işte böyle oldu..." Biliyorum ben de çok önemli olmadığını, sevdim sadece, benim çocğum, herkesten fazla sevmem normal değil mi? Sır Kapısı senaryolarından birini yaşadık...

Nasıl da özlemişim. Kızgındı bana, görmek istemiyordu o kadar peşinde koşmama rağmen. Eninde sonunda barışacaktık biliyordum. Çünkü sevmekti tek suçum. Elbet beraat edecektim O'nun da gözünde, umuyordum.

Hiçbir şeyini gizlemezdi benden, anne kız değil gibiydik. Çok okurü çok tartışırdık. Her şey hakkında. O'nu doğurduğumda bu kadar bilinçli değildim, ben O'nu fiziksel olarak büyütürken O da beni zihinsel olarak büyüttü.

Fahişelik yaptığını söylediğinde ilk kez tokat atmıştım yüzüne. Elimi havaya kaldırdığım andan itibaren de pişman oldum zaten yaptığımdan. Yine de O'na göstermedim pişmanlığımı, anneliğim tuttu birden... 23 yaşından sonra annelik yapmaya kalkarsan takmaz tabi seni...

Üniversite mezunuydu. "Aptal" olmadığını, onun bunun şirketine para kazandırmak için köle olmayacağını, az çalışarak zevk alarak çok para kazanacağını söyledi. "Mühendisliğe girerek hayatımın son aptallığını yaptım, bundan sonra ben hükmedeceğim kadere!"

Kısa süre küstük o zaman, ama sonradan fark ettim ki mutlu, uzatmadım. yine de sonradan yorulacağını, çabuk yaşlanacağını, hayattan bıkacağını düşündüğüm için endişeliydim. bu yüzden elimde olmadan- eskisi gibi neşeli olamıyordum. Sıkıldı yanımda, Esin'le eve çıktılar. Bikaç kez gittim, kapıya çıkmadı, aradım, telefonlarıma cevap vermedi.

Hep aklımdaydı.
İşte şimdi yüzü sargılar içinde, bilinçsizce yatıyor. O turuncu kıvırcık saçları görünmüyor. Çilleri sargının altında kalmış. Yine de bi sanat eserinden farksız ve güzel benim kızım. Pınar'ım. Odasının dışındayım. Beni görünce kötüleşmesinden korkuyorum.

Ama korkmayanlar var. O gerizekalı eski sevgilisi geldi pat diye girdi içeri. Mühendisti. Fahişelik yaptığını öğrenince çok panik yapmıştım, düzenli sıradan bi hayatı olmasını, aşık olduğunu söyleyen bu adamla evlenmesini çok istemiştim. Ama olmadı, anlaşamamışlar, ne yaşadılar bilmiyorum ama, kızım epey üzüldü, biliyorum.

Eski sevgililer böyledir, pat diye birinin hayatından çıkabileceğini ve istediği zaman girebileceğini zannederler. Sanırsın ki hatasını anladı, sana geldi... Hayır, muhtemelen boşlukta / boşta kalmıştır, seni teselli ediyor gibi görünürken erkekliğini okşar, tekrar güç toplar. En kısa zamanda da geri gider.

Erkekler böyledir.



10 Aralık 2010 Cuma

6kk-Hastane öpücüğü

Koluma bir şeyler sokmuşlardı.
Garip garip bipleme sesleri ile sinirlerim bozuluvermişti hemen
Ritimli olan, düzenli atan her şeye sinir olurum ben.Bilen bilir.

Ve işte karşımda garip bir ışık ( yok ölmedim daha), garip bir buğulu görüntü (lens kullanmıyorum).

Gülümsüyor mu ne? Anlamadım yani. Sanırım tanımıyorum bunu. Tanıyor muyum? Niye böyle garip garip bakmaya başladı. Telaşlandı, hatta korktu ve odadan çıktı. Bu arada ben neredeyim, bu burnumdaki garip şey de ne? Ya bu koku?

KAlbimin atışını hissedebiliyorum, yüreğim sanki göğüs kafesime tekmeler atıyor. Çocuk olarak bir kalp doğuracak gibiyim. Kasıklarımda bir ağrı hissetmeye başladım.Yoksa kalçalarım mı? Tam olarak anlayamıyorum. Burnum fena kaşınmaya başlıyor, elimi kıpırdatamıyorum. Bir şeylere sarılı.

Dur bir dakika, bir şey düştü üzerime en son.Bir baskı, bir acı, bir hissizlik.
O inşaatın önünden geçerken. O zaman ben hastanede olmalıyım. Algılarım fena değil, demek ki felç filan geçirmedim. İyiyim iyi.
Kafam zehir gibi, hatta enerji akıtıyor ruhuma.
Sanki bir şeyler değişmiş gibi içimde. Gözlerimin kenarları yanıyor, neden acaba?

Hah, işte içeriye girdi beyaz pelerinli insanlar. Kısa olan adam sol kolumdan tutup bir şeylere baktı. Sarışın olan sağ koluma bir şey soktu. Gören beni öldürüyorlar zanneder, o derece ciddiler. Garip, gülümseyesim geliyor. KAhkaha atasım, o anda anlıyorum yüzümde bir şeyler var. KEsik mi, dikiş mi? Çok sert bir şeyler. Sağ yanağım kaskatı, bir şeylerle kaplı sanki.Tam hissedemiyorum.


Derken O'nu görüyorum.
Arkalarda bir yerde saklanmış, büzülmüş, yorulmuş. Gülümsemeye çalışıyor.Sanırım gözlerim şiş. Bİr an da hissediyorum bunu. Yanmaya devam ediyorlar. GÜlümsemeye çalıştıkça ben, sanki acılarım daha da artıyor. HEp böyle olur zaten. Neyse, yeri değil bunu düşünmenin.

TAm o anda kısa boylu olan diğer koluma bir şeyler sokuyor. Ne kadar delik varmış yahu. Sokulmadık şey bırakmadılar.

Ve işte, yumuşamaya başladım.Sanki yatak üzerinde iki kat büyüdüm, yayıldım, genişledim hemencecik. Tüm dünya benim, tüm evren yatağım. Tüm rahatlama, tüm hazlar bir anda yayıldı damarlarıma.

Arkadalardan bir yerde uzunca boylu gözlüklü bir pelerinli yaklaşıp,elimi tutuyoro anda.İyi olacaksın,diyor. Her şey yolunda.Aman umrumda diyesim geliyor. Ama ağzımı kıpırdatamıyorum. İyice koptum iyi mi?

Başımı kaldırıp, O'na bakmaya çalışıyorum sadece. Doktorlar çabamı anlıyorlar ve bizi yanlız bırakabileceklerini söylüyorlar.

Duvarda büyük bir saat var. Sanki hastalar zamanı öğrenmek için ölüyorlar ya. Üstelik felakat derecede yüksek tik tak sesi odayı dolduruyor. Sinir bozacak kadar yüksek..Bozuyorda. Uyumuş olmam gerekmiyor mu benim? Takılıp kaldım 2 şişe şarap içmiş dünyada.
Oh sesler azalmaya başladı.
Bana yaklaşan ayak seslerini duyamıyorum , nefesini hissedemiyorum O'nun sırf bu yüzden.

Kiminle yanlız kalacaktım sahi ben?

Doktorlar çıkınca, yanıma geliyor biri sonunda. GÜlümsüyor. Ben de gülümsemeye çalışıyorum, ama suratım kaskatı olduğu için kıpırdayamıyorum. Gözlerimi yummak istiyorum, açmaya çalıştıkça dayanılmaz acıyorlar. Sanki dayak yedim, tekme tokat sadece suratıma vurmuşlar gibi. DAha da yaklaşıyor, elimi tutuyor. Sağ elimi. Yanıma usulca oturuyor.Yüzünü yüzüme değdiriyor. O halde, o acılar içinde bile vucüdum kokusunu tanıyor .O'nu arzulamaya başlıyor.Ölesiye. Eskiden gelen bir anı, tüm hücrelerime dokunuyor, apar topar izin bile istemeden tüm odalarıma doluveriyor. Savunmasızım. Çok fena yakalandım! Lanet olsun, uyumalıyım!

Önce burnunu sonra dudaklarımı sağ yanağıma değdiriyor. PEk bir şey hissedemiyorum, çünkü sargıların olduğunu anlıyorum o anda. Yüzümün içine edilmiş olması lazım sanırım. Bu kadar acı varsa bu kadar ağrı kesiciye rağmen.

Sanırım sadece gözlerim,saçlarım ve dudaklarım filan açık yüzümde. Anladığım o ki, sağ yanağımda bir yırtılma olmuş,oraya dikiş(ler) atarak yüzümü sarmışlar.

Ve işte, bana denizi hatırlatan kokusu..Okyanus ruhlu adam.
Tenimi kaplıyor her şeyiyle.. Dudaklarının sıcaklığını hissediyorum. Tüm hücrelerim hareketleniyor.Gözlerimde soğuk damlalar sertleşiyor.Yutkunuyorum. Ne kadar süre olmuştu O'nu görmeyeli? Çok fena hazırlıksız yakalandım.Toparlanamıyorum.

Dudaklarını hissediyorum dudaklarımda.
Hala aynı tattalar
Aynı sıcaklıktalar
Gözlerimi yumuyorum o anda.

Uyuyakalıyorum ya da kolumdan kanıma karışan o ilaçlarla sonunda uyutuluyorum..