24 Aralık 2010 Cuma

12.kapı-anahtar

Güzel bir geceydi. Karanlık ve hayalimdeki yıldızlar, tam olması gerektiği yerdeydiler. İşten eve dönmek istemedim, belki dedim arabada uyurum. Çektim her zaman gittiğim sahil kenarına, çıktım sarıkızdan.

İlerde boğaz kenarında bir kız vardı, ellerini cebine sokmuş, gözleri dalmış. Onu rahatsız etmeyecek kadar yaklaştım ben de boğaza. Şarkı söylüyordu. Tutamadım kendimi, izlemeye başladım. Halbuki bilirim, insan buraya geldiyse yalnız kalmak istiyordur. Rahatsız etmeden, çaktırmadan bakmaya çalıştım, ama sanırım beceremedim...

"...ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum...." diye mırıldanırken beni görünce durdu, baktı. Utangaçça gülümsedi, gözlerini kırpıştırdı, başını çevirdi.

Ne oldu, dedim, devam etsenize?
Omzunu silkti, uzaklaştı, gitti çay bahçesinde bir masaya oturdu.

Adı Esra, diye fısıldadı, simitçi amca yanıma otururken.

Vay, dedim, simitçiler bu saatte de mi çalışıyor!
Yok be, dedi, bu saatte iş mi olur! Mesaim bitti çoktan...Elindeki şişeyi gösterdi.

Keyfini de iyi biliyorsun abicim, ben hazırlıksız geldim.
Biliriz tabi ya... İstersen yeter ikimize de, dedi şişeyi uzatırken.

İçtim. O da hemen başladı anlatmaya, sormaya fırsat vermeden.

Bu kız, dedi, her gün gelir buraya, her gece de... Daha yaşı ne ki? Ne işi var burada bizim gibi moruklarla.. Geliyor işte. Babası yeni öldü, yeni sayılır, geçen sene. Onun maaşını alıyormuş, paran var mı diye sordukça var diyor hep... Anlatmaz adam gibi, hep ister ki biz anlatalım o dinlesin. diyorum ki kızım sen n'apıcaksın bu morukların hikayesini? Belki film yaparım Niyazi Abi, diyor hemen, kahkahayı da basıyor. Öyle dolanır buralarda, sokaklarda... başına bi şey gelmedi şimdiye kadar, gözümüz üstünde de ondan. Bir babası öldü ya, hepimiz babası gibiyiz artık. Öyle de güzel ki... Arkasından kötü bakan bi delikanlı gördük mü hemen biz de ona kötü bakarız, tırsar gider puşt.

Okula gitmiyor mu?

Yok, üniversiteye başlamış, babası ölünce bırakmış. Neden, diye sordum ben de bi gün. Söylemedi bi şey, geçiştirdi... Bana kalırsa, önemsemiyor artık yaşamayı. Genç yaşında çok ölüm gördüğünden midir nedir... gülüp geçiyor gibi görünüyor her şeye. Bazen insanın sinirini bozuyor bu hali. Kimbilir neler saklı içinde, bi anlatsa, bi gösterse kendini... Korkuyorum, bi gün bakıp durduğu şu suların altında kayboluverecek diye. Yapar çünkü, nerde olduğu belli değil. Sıkamayız da biz, kimiz ki? Hep başka yerde, gitme desek güler, gider. Korkuyorum çok...

(gözleri yaşardı. Kendi kızı olması şart mı insanın.. nasıl da sahiplenmiş...)

Sizi sevdiğinden yapmaz belki öyle şey...?

Bilmem ki sever mi bizi gerçekten? Kalbi yok gibi oğlum... Ağladığını bi kere gördüm, o da geçen sen simit almaya gelince. Sen gidince azıcık coştum ben aklıma başka başka şeyler geldi, azıcık ağladım karşısında, anlattım yine, o dinledi. bi baktım gözleri dolmuş. Evine gitti, bi şey demeden. Ertesi gün de gelmedi. Korktuk tabi biz. Gelmek zorunda mı, değil ya, insan korkuyor... Evine gittim ne yalan söyleyim. Aklıma başka başka şeyler geliyor, yalnız yaşayan insanın başına her şey gelir. Açtı kapıyı, şaşırdı, Niyazi Abi hayırdır? dedi. Gözleri çökmüş, pijamalı, üstü başı dağınık...

İçeri davet etti de girmedim, ne bileyim, çekindim, belki sırf kibarlık olsun diye çağırmıştır, evi müsait değildir diye. Sen gel dedim bi simit ısmarlayayım. Tamam dedi, azıcık gülümsedi.

Geldi sonra hiçbi şey olmamış gibi devam ettik, hiç anlatmadı.

Korkuyorum be oğlum, sen yan gözle bakmadın, anladım ben, ondan anlatıyorum işte, benim derdim de O, içerken insan neşesinden mi bahseder, derdimi anlattım işte.... Eee.. sen anlat bakalım?





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder