5 Aralık 2010 Pazar

4.kk-Işık TAnrısı

Perdeleri sonuna kadar açtı ressam.
Korniş de sıkıldı perdeden, ipek bez parçasının bir kısmını yere doğru iteledi. Bu ufak değişimle odaya garip bir karmaşa hakim oluverdi birden. Bir kavga ruhu, bir savaş merakı. Yıkım arzusu. Birisinin ölümüne olan o garip haz.

Işığa ihtiyacı vardı ressamın.
HEp olur. Her sanatçının başka bir şeye ihtiyacı vardır bu sanrı anlarında.
REssam da böyleydi. Bir tanrısı vardı :Işık!
ve
Işığa tapıyordu durmaksızın!

REnkleri görmeliydi, onlarla konuşabiliyordu çünkü; onları dinleyebiliyordu. Renkler onun ilkel kabile reisiydi. Renkler onun zikriydi. Dizlerinin üzerine çöker bir musevi gibi dua ederdi tuvali önünde. Fırçasıyla boyalarının önünde bir müslüman gibi rükuya ererdi. Bir hristiyanın isa heykelciğine tapması gibi tapardı boya kutucuklarına. Dünyada ışığa tapan kaç insan vardı ressamlardan gayri o anda?
Seks de aşk da, siyaset de ölüm de renklerdi. REnklerdeydi. sanki gözleri bambaşka perdelerden bakabiliyordu hayata. Birileri 3 boyutlu resimleri keşfedip göbek atarken para verip, o boyutsuz dünyada orgazm oluyordu bedavaya.

Hatta kadınlarla değil onların renkleriyle sevişiyordu üstelik. Renk renk kadın, bir feminen tuvali vardı ruhunun tam ortasında.
Sabah saat 5 civarı doğaya hakim olan lacivert ruhlu kadınlar, solmuş Oslo gülünün kasım sabahı etrafı kaplayan kırmızısındaki orospular, güneş sarısı enerjisiyle kendisine baktırmaktan çok öyle ben bir geçiyordum, ısınmak istedim ruhlu çatlaklar.

Elleri boya içinde kalmıştı işte, perdeleri de batırdı tüm bunları düşünürken.Kafasını yolarcasına karıştırdığı saçlarını da.
Umrundaydı sanki! koca bir bidon tineri ne güne duruyordu!

Gidip bir kaç bardak kırdı mutfakta. RAhatladı. Sonra ellerini üzerine silip, üstündekileri çıkardı. Yere bıraktı öylece. Salonda bir donla kalıvermişti işte!Kahkahaya patlattı. Gidip tuvali öptü. Bir daha öptü. Dudaklarının nemi ile ıslak yağlı boya birbirine karıştı. Dudakları birden lacivert bir rujla kaplanmış gibi oldu, ağzı o bildik tatla doldu!

Işık muhteşem gösteriyordu tabloyu. ÜStelik onu daha verniklememiş, rütuşlarını tamamlamamıştı. Bugün kız gelince, onları da yapar, gölgeleri ve dudak kenarındaki o ince kasların ifadelerini düzenlerdi.
Ve tamam işte!

En kısa sürede bitirdiği tablo olacaktı neredeyse bu! 4 gün!
.Mükemmel!.

Bu kızın enerjisi, neşesi, yeteneği inanılmaz etkileyici. Bir yemeğe mi çıkarsa O'nu ? Gerçi bu kadın milleti bir garip, kırkına yeni varan zampara ressam beni ucuz numaralarla yatağa atmaya mı çalışıyor bakışlarını çekmeye hiç niyeti yok. YApar mı yapar. Kendine ne kadar güvenen, sağlam karakterli bir şey gibi gözükse de , bunların topu aynıdır! Şüphecidir.

Sonunda yere, eski şark halısının üzerine yığıverdi bedenini. Kollarını açtı, ayaklarını açtı, saldı kendini. Öyleyece uyuyakaldı huzurla. Sabah daha güneşi doğurmamış ama doğuracak kadar da karnını büyütmüştü.ARadan turuncumsu şeyler süzülüyordu. 9 dakika mı desem 19 dakika mı..O kadar yakın doğuma..

TA ki telefon çalana kadar huzur içinde uyumaya devam etti Ressam. Çıplak ressam. Saçı, gözü boyalı ressam. Yorgun ressam, tatmin olmuş ressam.

Güneş doğalı 9 dakika mı oluyordu 19 dakika mı..
O kadar çabuk uyanmıştı işte.
Etraf turunculuğu koyu sarıya terk emiş, efkar dağılmış, tablo parlamaya başlamıştı bile.
Ah kutsal ışık! Ah yüce Tanrı! Kutsamalı seni..

Ama o telefon yok mu! Tek o, ısrarlı tecavüzüyle odayı delik deşik ederek nefrete boğabilyordu rahatlıkla. Siyah dedi içinden, bu telefon kesinlikle siyah şu an. Her şeyi yutuyor meret. Ayağa kalktı, biraz üşümüş olacak ki, büzülmüş bir halde ahizeyi kaldırdı.

'Fernando Hernandez ile mi görüşüyorum?'

'Buyrun benim.'

'Burada bir bayan var. Sizinle görüşmek istiyor..'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder