18 Aralık 2010 Cumartesi

10.kapı-anahtar

Hatırlamak istemiyorum o günleri aslında. Yine de o zamanı anlatmazsam anlamam, biliyorum.

Zuhalolcaylar, ahmetkayalar, düşsokakları, ezgigünlükleri arasında, en yok edici müziklerde kayboluyordum Parisin kendini beğenmiş sokaklarında. Para bulduğum an şarap alıyordum. Hiçbi şey yemeden.

Yalnızdım, yeni aldatılmıştım, çok sevmiştim, özür bile dilememişti, umrunda değildim. saftım. İlk kez sevmiştim. Bi daha sevmemeye yemin etmedim. En yakın zamanda öleceğimi düşünüyordum. İçerek hızlandırıyordum ölümü. En sarhoş halimde en işlek caddelerden geçmeye kalkıyordum.

En kolay yok olma yolu buydu o zaman o kafayla aklımın erdiği. (Hiçbir zaman doğru şeye ermedi aklım zaten.)

Gözümü açarken "ölsem de bir kalsam da bir" yankılanıyordu kafamda:

Tanımadığım bir yerdeyim (yine). Günlerden ne, kaç yaşımdayım, yeni mi doğmuşum, adım ne, hangi ülkedeyim, nece konuşurum....Ben kimim? Hepsi şarkıyla birlikte kafamda dönüyor.

Bulanık görüntüler.
Bir adam bir tuvalin önünde bana bakıyor. Kim bilir ne görüyor (beni görmediği kesin). Gözleri korkunç, anlaşılmaz, dudağında garip bir gülümseme. Saçları dağılmış, üstü başı boya...

"Sen kimsin" demeye mecalim yok.
Kendime bakıyorum. Bi battaniye üstümde, altında çıplağım..
Küfrediyorum (içimden). Yine ne geldi başıma kim bilir...

Başım ağrıyor. İçmem lazım.

Su getiriyor manyak herif. Şarap yok mu, diyebiliyorum, anlamamış gibi bakıyor yüzüme. Fransızca bi şeyler söylüyor, o zaman hatırlıyorum nerde olduğumu...

Şarap istiyorum en sarhoş Fransızcamla. Gülümsüyor.. Sarhoş kadın görmekten ilham alan sıçtığımın sanatçı ruhu! (O an tiksindim O'ndan, ama uzunca bi süre beni görmeyişine aldırmıyormuş gibi yaşadım, zaman öyle gerektiriyordu)

Ağrı kesici olduğunu tahmin ettiğim bi ilaç getiriyor. Sorgulamadan içiyorum. Kimseye güvenmiyorum artık, ama yaşamımı da umursamıyorum, hiçbişey önemli değil. Dipteyim, sondayım (feridun da giriyor Parise)...

Yanıma oturuyor.
Yavaş seslerle anlatıyor beni nasıl bulduğunu. neden bu halde olduğumu... güvenmemi istiyor belli ki. Kıçımın kenarı.. neyine güveneceksem, macera arayan hippi işte...

Zerre kadar saygı duymuyorum ona o an. İsmini söylüyor, anında unutuyorum. Ama bana "anlat" diyor.

Başımın ağrısının izin verdiği miktarda anlatıyorum, hiç nazlanmadan.. uzun zamandır bu anı bekliyormuşum gibi.

Yüzüne bakmadan.

Moda tasarımı öğrencisi olarak Paris'e geldiğimi, tasarımcı bi piçe aşık olduğumu, sonra bi daha Türkiye'ye dönmediğimi, hiç özlemediğimi, yepyeni bi hayata burda başlamaya karar verdiğimi... O eski güçlü, ayakları üstünde dimdik durmayı kendine amaç edinmiş Esin'in nasıl yok olduğunu, tüm hayallerimde O piçin yer aldığını....O'nun da benim için aynı şeyleri düşündüğünü sandığımı...

Aşkın hayatın tüm amaçların modanın paranın hayallerin boktan oluşunu, tek gerçeğin ölüm olduğunu.... anlattım. Bana göre saatlerce anlattım. Hiç esnemedi. Kim bilir neler düşünerek kimi dinledi, beni dinlemediği o kadar belliydi ki! (Sonrasında geçen aylarda da hiç beni dinlemedi, hep başka dünyalar...)

Sonunda konuşmaktan yoruluyorum. Kafamı koyuyorum yastığa, uyuyorum battaniyeyi üstüme çekip.

Günlerce bana bakıyor. Sıcak çaylar, kahveler getiriyor.

Zamanla yanında mutlu oluyorum.
Zamanla yanında sarhoş oluyorum.
Zamanla yanında kendimi daha çok kaybediyorum.
O resimlerimi yapıyor, dediğine göre kendini daha çok buluyor.
Bakıyorum tuvaldeki bana, ben değilim o.

yine de onunla kalıyorum. Arada bir dışarı çıkıp para bulup geliyor, ot bulup geliyor, alkol bulup geliyor....Sürekli uyuşuğum bir oda içinde. dışarı çıkınca huzursuz oluyorum.

Ve o yangını çıkartıyor.
Aklımı başımdan alıyor. (belki de aklım başıma geliyor demek daha doğru olur)

bırakıp kaçıyorum.
Ve bu gün yaşıyorum o yangın sayesinde.

Hayatta hiçbir erkek güldürmedi beni.
Kaçtım tüm üzenlerden, ama şimdi tekrar karşımda! Neden?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder