14 Aralık 2010 Salı

9.kk-Tuvaldeki çıplak kadın

Bundan kaç sene önceydi
5?
10?
Paris'te yaşıyordum o zamanlar.
PARiste bir italyan. Kolay değildi.
HEm de hiç kolay değildi.

ÜStelik sanatçılar arasında tanınırdım.Ona rağmen kolay değildi diyorum
.
O zamanlarda 30ların başlarındayım daha. Nereye gitsem anlaşılıyordu italyanlığım. RAhatım, gülüyorum, güven doluyum. üstelik içim de dolu değildir çok, ona rağmen cakam fazladır. Fransızcayı da su gibi bildiğimden her türlü muhabbete çemen olabilirim. Olabilirdim. O zamanlarda paris bu kadar moda akımının yapış yapışlığında değildi. Muhabbetler belli bir seviye üzerinde olurdu.
Sanat akardı sokaklardan; insanlar edebiyattan, heykelden, resimden konuşurdu. Ya da ben o tip insanların yanında yaşardım. Bilemiyorum. Güzeldi.

Saint Michel'de St.Germain bulvarının ortalarında bir yerde ufacık bir stüdyo dairem vardı. Şanşlıydım, çünkü şehrin kalbında yaşıyordum. Şansızdım çünkü çulsuzun tekiydim. REsimlerimden ne satar da kazanırsam; ertesi gün alkole, kadınlara, ota boka harcıyordum o parayı. E dolayısıyla geceleri yün battaniyeye sıkı sıkı sarılıp yatmak zorunda kalıyordum. Elektrik faturalarıyla didiniyor, mum ışığında resimler yapıyordum. Ama yağlı boyalarım en iyisindendi, kahvenin en hasını, otun en güzelini içiyordum.

Ama
Yürümek bedava, hava bedava, su bedava.

Hatta o zamanlar bir kaç kadınla beraber olmuştum sosyeteden. Klasik sergi çıkışlarında tanıdıklarım. PAra kazanmıştım iyi mi o sevişmelerden. Fahişeliği de bilirim yani. Sonra gidip o parayla eski deri bir koltuk, bir kahve makinesi, bir yağlı boya seti, bir abajur (yeşil püskülleri vardı), bir televizyon almış, iki-üç ay yetecek kadar da ot zulalamıştım.Ertesi gününde daha. Yani bu sevişmelerden epey kazanmışım düşününce şimdi. Demek ki iyi para ediyorum. İnsan sevdiği işi yapmalı azizim diyesim geldi bak!

O günü anlatayım en iyisi
HAni İlk tanıştığımız günü
Dünyamın parçalandığı, yarıldığı ama uyuşarak umursamazlık uçurumuna atıldığı günü.
O kadını.

O gün,
Siene nehrinin etrafında yürüyerek güneşi batırdıktan sonra, eve gitmek St. Mitchel'e giden köprünün üzerinden gidiyordum .
Yorulmuştum.
Sabah kahvaltıda yıllardır ahbabım olan Brezilyalı Toleo ile saatlerce tarihten, siyasetten konuşmuştuk. Sonra kafamı dağıtmak için-resme çok odaklanmıştım o günlerde çünkü ve tıkanıp kalmıştım bir kaç detayda-dolaşıyordum.

Eylül'ün sonları. Yapraklar küsmüş lanet güneşe, hepsi birden toplu intihardalar. Nehir desen, geldim geleli boz. Bok rengi lanet bir şey! Neyseki sonbaharda biraz turuncu yapraklar, küsmüş ağaçlarla bir uyum sağlıyor da idare ediyor görüntü. Her geçen gün, daha da garipleşiyor, çirkinleşiyor renkler burada.Bir ressam için felakat anlar yaşanabiliyor bazen.

Geleli kaç yıl oldu Paris'e.
2 ya da 3? Neyse gelme sebeplerini filan sonra anlatırız. Şimdi o güne dönelim:

Köprüden geçerken, köprünün ortasına topuklu ayakkabılarını çıkarmış, yere oturmuş, eteğinin kenarından gözüken yırtmacının curetine inat olduğu yerde rahatça yayılmış, gözlerini yummuş, yağmuru dinleyen o kadını gördüm. Ne yalan söyleyeyim, önce öldü filan sandım. Hareketsiz duruyor öylece. PEk bir bırakmış kendini. Tamam saat o kadar geç değil ama bir şekilde orada öyle durmak da akıl karı değil. Deli gibi.Yoksa deli mi? Hiç böyle deli de görmemiştim doğrusu. Gayet şık, yeni bir görüşmeden çıkan iş kadınları gibi.

Dayanamadım- asla dayanamam- yanına gittim. Gözlerine bakmaya çalıştım,kapalı. Sımsıkı. Ama alkol kokusu-şarap- kendini hissettiriyor. HEm de nasıl! Buram buram.

Az çok anlarım halden, komada filan değil. Bildiğin sızmış da ne garip; köprünün ortasında, böyle işlek sayılabilecek bir cadde girişinde, kibarca oturmuş bir vaziyette sızan bir kadın.ŞAka gibi. NE yapacağımı bilemedim o anda. Ya da biliyordum..

Neyse ki el çantamda önemli bir şey yoktu,bir kaç şeyi alıp kalanını olduğu gibi attım nehre hemen. Ellerim boşalmıştı,kucağıma aldım kadını. Evime kadar taşıdım. Sokaktakilerin garip bakışlarına aldırmadan.


Yakınlaştım sanki her adımda.
Öyle ki yolda bir kaç kez öptüm yüzünden, gözünden. TEcavüz gibi bir şeydi belki bu ama umursamadım. GErekirse ederdim de, bu kadında garip bir şey vardı.

Sanki her şey onunla baştan tanımlanacaktı. TEcavüzden tut alkole kadar.

Eve geldiğimizde, koltuğuma yerleştirdim onu.Hem yatağım hem kanepem olan yere. Değişik bir şey denemeye karar verdim o anda.

Kadını soydum kibarca. Arada bir kaç kez mırın kırın sesler çıkardı. Ama anladığım bir dilden değildi. Ya da bana öyle geldi.
BAttaniyeyi alıp, üzerine örttüm, yastığını ayarladım rahat etmesi için
Çırılçıplaktı artık. Ama üzeri örtülü.

Karşısına geçtim.
Tuvalimi koydum hemen
Başladım fırçanın kendini tatmin etmesine tanık olmaya.
Tuval hızla doluyordu ve ben merak ediyordum:

Kimdi bu kadın? Ve ne diyecekti bana?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder