Her şey o taksici genç delikanlının benden simit almak için yanıma gelmesiyle başladı.YA da ben öyle sandım.
Gerçi ben de çok yaşlı sayılmam ama bir şekilde yaşam sırtımı büküp, saçlarıma kırlar damlattığından mıdır bilinmez olduğumdan fazla gösteririm.Öyle derler diyelim ya da
Her neyse, yine benden bahsetmeye başladım bak. Huyum kurusun. Şimdi efendim, anladığınız üzere ben bir simit sanatı icra ediyorum. Beni o bayi sistemi gibi çalışan fırın simitçileri ile karıştırmayın ama. Kendi simidimi kendim hazırlar, pişirir ve satarım. Ufak çapta bir dükkanım(ız) var. İki kişiyiz, birimiz ufak fırınımızda durur, diğerimiz-ki o da ben oluyorum- simitleri satar sokak sokak gezerek. Aslında adil iki kardeşiz biz. KArdeşim Hasan daha çok düzeni, yaratıcılığı, hesap yapmayı sever; ben de malumunuz biraz daha sokak delisi, insanlarla konuşma meraklısı öyle bir adamım işte. Çoğu zaman para bile almadan pek çok kişiye simit verdiğimden kardeşimle az mı bozuştuk. Yani hesap bilmeyen , sorumsuzun da tekiyim. Aslında olmamalıydım.30 yıldır ne anne var ne baba. Tek kardeşimle beraber hayatta idare etmeye çalışıyoruz. Hala kendimden mi bahsediyorum ben. Neyse, battı balık yan gider hesabı. Biraz daha devam edeyim bari.
Şimdi siz bizi fakircene bir taşra ailesini sanmışsınızdır, aslında değiliz. Daha doğrusu değildik. Biz Üsküdarın yerlilerinden Meşhur Köfteci Ahmet EFendi'nin torunlarıyız. Dedem rahmetli, Üsküdar göçlere boğulup yerli esnaf ölene kadar oraların en tanıdık simalarındandı.Epey zengindi de. Bahçeli, uşaklı filan ufak bir konakta büyüdük bile diyebilirim. Düşünün yani, sanşlı insanlarız biz. Doğanın yeşilini, İStanbul'un geçmişini yaşadık.
Şükür tabi.
Bu, hiç felaket yaşamadık da demek değil. Annem, dedem, babam, amcam bir kazada sizlere ömür. Bizim yaşlar o sırada 10-12.Ben büyük olanım. Hadi matematiğiniz iyidir sizin, anladınız ben 42 yaşında bir adamım. Adım mı? Kemal. Mesleğim simitçilik mi? Değil, ben mimarım. Eğitimliyim yani. Mektepli. Hatta Mimarlığı yabancı mekteplerde okudum. Nasıl mı oldu? Malum bu büyük üzücü hadiseden sonra,dedemden kalanları devam ettirecek birileri çıkmadı.ELimize biraz-aslında epey-para vardı başlarda.Gerçi biz reşit olana kadar bize bir şey düşmedi ama.Mimarlık ise şöyle oldu: ben de severdim öyle çizim filan şeylerini. Roma'da küçük dayım da mimardır. Resterasyon üzerine çalışan bir tür devlet görevlisi gibi bir şey. O'nunla konuştuk, daha doğrusu o aradı bizi. Malum bu olaydan sonra ailenin geri kalanlarında bizi bir sahiplenme başlamış, hatta çığrından çıkmıştı. Öksüz ,yetim, daha ufacık, vay efendim daha çok küçükler filan. Babam askerdir benim, annem ise dikiş filan diker. Babamı filan pek görmezdim zaten. Neyse o konulara girmeyelim şimdi, uzamasın konu.(Balığı o kadar da yatırmayalım)
Şimdi siz benim neden mimar olmayıp, simit sanatçısı olduğumu da merak edersiniz. O da uzun hikaye.
Nihayetinde beni biraz tanıdınız her halde. NErede mi yaşıyorum? Galata civarı diyeyim. BEni görseniz nasıl mı tanırsınız? İnsan şimdi kendini övemez ki durup dururken. Mutevazı olmak gerek tabi biraz.
Hadi başa dönelim. TAksici gençten bahsediyordum.25lerinde, uzun boylu, kumral kıvırcık saçlı, inadına yeşil gözlü, aslında yakışıklı bir delikanlıydı.
Uzakta taksisini park edip, yumuşak adımlarla bana doğru yaklaşırken açlığının kokusunu alabiliyordum. O gün karaköyden tophaneye doğru yürüyordum simit sanatı arabamla. ORtalarda bir yerde, sahil kenarında arabayı sağa çekmiş, çimenlere oturmuş, öyle izliyordum denizi. İnadına sıcaktı hava İstanbul'da. Hele o güzelim dalgalar, temiz yosun kokusu.(O nasıl oluyor şimdi demeyin) Salla simitleri modundaydım anlayacağınız, sırtımı ağaca yaslamış, ehl-i keyif alemlerinw dalmıştım.
Derken sert bir fren sesi duydum.Başımı sola doğru çevirdim istemsizce. Görmemişler diye geçirdim içimden. Sarı taksiyi görünce bir de iç geçirdim dışımdan. Taksileri sevmezdim pek. Şehri kirletiyorlar gibi gelirdi bana. Eskiden bu kadar taksi mi vardı burada! Ne güzel günlerdi.
Sakin..
Şimdi arı kovanı gibi her yer, sarı sarı. Sevmiyorum işte taksileri ya da az seviyorum diyelim de kimse alınmasın.
İşte bu delikanlı taksiden inip, bana doğru kesin ve kendinden emin adımlarla gelmeye başlayınca ilk başta şüphelendim. Tanıyor mudur nedir beni diye.Söylemesi ayıp,ünlüyümdür de biraz. E tabi herkes simit sanatı yapamaz.(Çenem düştü bak yine) Sonra delikanlı bu dikkat ve iradeyi arttıra arttıra dibime kadar geldi.Gülümsedi.İnanır mısınız yerimden bile kıpırdamadım. Sanki grev günündeydim, iş yavaşlatıyorum. Uyuşuk bir moddayım o anda. Dyojen gibi gölge etme başka ihsan eylemem dedim diyeceğim.
Yine de şimdi hatırlıyorum da, ne gündü o gün. Ve her şey,o genç delikanlının bana o cümleyi kurarak, beni o yayıldığım yerimden kaldırmasıyla başlamıştı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder